Ana Sayfa / SAVAŞIN BİLİMSEL ETÜDÜ / Uluslararası Krizler

Uluslararası Krizler

ULUSLARARASI KRİZLER, ŞİDDET VE KÖRFEZ KRİZİ

  1. yüzyıl geniş çaplı bir karmaşaya tanıklık etmiştir. Bu karmaşa her zaman olmasa da genellikle politik birimler arasındaki düşmancıl davranışlar şeklinde şiddet içermiştir. Savaş olarak adlandırdığımız bu durum ile çatışma hali birbirlerine çok yakın kavramlardır. Savaş iki ya da daha fazla devletin yer aldığı toplamda bin veya daha fazla askerin ölümüyle sonuçlanan çatışmalardır. Çatışma ise iki veya daha fazla tarafın rakibine zarar vermek veya rakibini kontrol etmek amacıyla uyguladığı baskı sonucu çarpışan birimlerin açık bir şekilde gerçekleştirdikleri mecburi etkileşimdir. Çatışma; siyasi başkaldırı, ayaklanma, devrim, savaş ve 20. yüzyıl politikalarında sıklıkla uygulanan devletlerarası askeri güvenlik krizi gibi kavramları kapsar. Peki uzun süreli çatışmalar (süregelen rekabet) diğer uluslararası çatışmalardan nasıl ayırt edilebilir? Uzun süreli çatışmalar savaş kavramının yoğunluk ve zıtlık açısından farklılık gösterdiği, zaman zaman şiddetlenen uzun vadeli düşmancıl etkileşimlerdir. Bu çatışmalar belli bir olgu ya da belirli bir zaman dilimindeki olaylar dizini değil, süreçlerdir.

Kriz kavramı da savaş kavramı ile yakından ilişkilidir. Krizler şiddet içerse de içermese de devletler arasında yıkıcı etkileşimler yaratırlar. Kriz olgusu iki düzeye sahiptir; sistem interaktörleri ve devlet aktörleri. Sistem interaktörlerinde uluslararası kriz kavramı 1) iki veya daha fazla devlet arasındaki çatışmacı etkileşimlerin yoğunluğunun artmasına ve buna istinaden 2) bu devletlerin küresel sistem, dominant sistem ve alt sistem yapılarını değiştirmeye zorlamaları olarak açıklanır. Uluslararası krizler genellikle bir dış kriz durumu ile başlar. Dış politika krizlerini tetikleyen güç genellikle algısaldır. Bir diğer ifade ile düşmancıl eylem, yıkıcı olgu veya çevresel değişikliklerden kaynaklanan birbiri ile ilişkili üç farklı algıdan oluşur: 1)Bir veya daha fazla temel değere yönelik tehdit, 2)Karşılık vermek için sınırlı bir zamanın olması, 3)Askeri eylemlerin sürece dahil olma olasılıklarının artması.

Krizler sadece savaşlardan önce ortaya çıkmaz. Bir savaşın patlak vermesi de krize sebep olabilir. Buna örnek olarak 22 Haziran 1941’deki Alman saldırısını Sovyetler Birliği için bir kriz yarattığını söyleyebiliriz. Krizler 1960-1962 Çin-Hindistan krizinde olduğu gibi genellikle savaşlarla sonuçlanır. Savaş sırasında yaşananlar krizler de Stalingrad Muharebesi’nde Almanya’nın 6. Ordusu’nun dağıtılması gibi “savaş sırası kriz” olarak adlandırılan durumlara sebep olabilir. Ancak yine de bütün krizler savaşlara sebep olmaz. Bazı krizler uzun süreli çatışmalar sırasında veya bu çatışmaların dışında meydana gelir.

Uluslararası krizler ve uluslararası çatışmalar birbirleri ile yakın kavramlar olsalar da aynı anlama gelmezler. Her kriz iki ya da daha fazla taraf arasındaki çatışmayı ifade ederken her çatışma bir kriz doğurmaz. Krizin nedeni sınır sorunu, ekonomik boykot, azınlık gruplara kötü muamele yapılması, politik rejimin tehdit edilmesi gibi belli bir konu veya durum olabilir.

Genellemek gerekirse politik bilimler arasında yaşanan bütün münakaşalar uluslararası çatışmanın tamamlayıcı bölümlerini oluştururlar. Toprak, doğal kaynak ve insan hakları konularındaki transnasyonel ve devletlerarası anlaşmazlıklar sırasıyla çatışmalara, uzun süreli çatışmalara, krizlere ve son olarak da savaşlara sebep olurlar.

  1. KRİZLERİN SÜREÇLERİ

Krizler onset (başlangıç) aşaması, kriz öncesi dönem, tırmanış süreci, kriz, krizin yoğunluğunun azalması (düşüş süreci) gibi evrelere sahiptir.

 

  1. Krizin Tırmanması

Tırmanma kavramının birçok farklı anlamı vardır, bunlar; 1) Savaşa giden süreçte savaş öncesi dönem, 2) Devam eden bir savaşın kapsamını genişleten, yoğunluğunu arttıran savaş arası dönem, 3) Şiddet içermeyen bir krizi nükleer savaşa kadar götürebilecek sıçramalar, olarak açıklanabilir.

Savaş öncesi dönemde şiddetin tırmanması, genellikle mevcut askeri dengedeki herhangi bir değişikliğin taraflardan birinin güvenini arttırırken diğerinin bu durumdan tehdit algısı duyacağı silahlanma yarışından kaynaklanır. Sonuç olarak güvenlik ikilemi ortaya çıkar. Richardson’a göre silahlanma yarışı dinamikleri şiddet tırmanmasının temel sebebidir. Holsti, North, Brody ve Sabrosky uluslararası şiddetin temel sebebinin karşılıklı algılanan düşmanlıklar olduğuna karar vermişlerdir. Rapoport’a göre şiddet, sistemin istikrarsızlığından dolayı artış gösterir. Askeri dengede değişiklikler meydana gelince silahlanma yarışı gibi diğer sistemik sorunlar da istikrarsız bir hal almaktadırlar. Leng, Huth ve Russett uluslararası sistemdeki gelişmeler ve tarafların birbirlerine olan davranışları sebebiyle krizin tırmanışa geçtiğini iddia etmektedirler. James ise politik birimler arasındaki çatışmanın uluslararası alandaki çatışmaların arttığı bir döneme denk gelmesi durumunda askeri anlaşmazlıkların daha kolayca tırmanışa geçeceğini öngörmektedir.

Şiddetin savaş esnasında tırmanışı kavramına en çok Clausewitz’in “Savaşa Dair” kitabında rastlanır. Clausewitz’e göre savaş bir tarafın düşmanına istediğini yaptırmasıdır. Zafer ortak bir hedef olmakla birlikte çatışmanın sebeplerinden birisi olduğu için savaş mantığı tırmanışı kaçınılmaz kılar. Kısacası tırmanış savaş dinamiklerinin içerisinde yer alır. Schelling’in Çatışma Stratejisi adlı kitabında zaferin en iyi caydırma yolu ile kazanıldığını bu nedenle tırmanışın pazarlık dinamiklerinden biri olduğu öngörülür. Öte yandan şiddetin tırmanışı ve savaş arasındaki en belirgin bağlantıyı Smoke yapmıştır: Tırmanış daha önce yaşanan savaşın limitlerinin aşıldığı ve yeni limitlerin kurulduğu bir süreçtir. Ancak sınırlı savaş statik bir kavram iken tırmanma dinamik bir kavramdır.

Herman Kahn’a göre ise tehdit operasyonel bir hal alınca bu durum şiddette tırmanışa yol açar. Kahn 44 basamaklı bir merdiven oluşturmuş, bu basamakları savaş olmama durumundan nükleer savaşa kadar sıralamıştır. Kahn’a göre tırmanış devletlerarası çatışmanın dinamiklerinden biridir. Lebow ise bir krizin nükleeer savaşa yol açabilmesi için üç nedenden biri olan “yanlış hesaplanan tırmanış”a vurgu yapmıştır.

Bunların yanısıra, birçok bilimadamı tırmanışın ekonomik kazanç, toprak kazanımı, komünizm veya demokrasi gibi ideolojik kavramların yayılması, gelecekte meydana gelecek savaşlara şimdiden tedbir almak amacıyla ulusal güvenliğin ve askeri gücün arttırılması, diğer devletler üzerinde baskı oluşturabilme veya prestij gibi hedeflere ulaşmak amacıyla gerçekleştiğini söylerler. Bazıları güvenlik belirsizliği veya ideolojik farklılıkların krizlere sebep olduğunu öne sürerken, diğerleri sistemde yüksek statüye sahip olmayan bir devletin askeri ve ekonomik kapasitesindeki artışın statü tutarsızlığına yol açtığını ve böylece savaşlara sebep olduğunu öne sürmektedirler. Bu duruma örnek olarak Peloponez Savaşları öncesinde Atina ve Sparta’nın durumu, 1914 yılında İngiltere’nin Alman hegemonyasını tehdit olarak görmesi ve Almanya’nın o zamanki potansiyel gücüyle belli bir statü elde etme yönündeki davranışları verilebilir. Devletlerarası savaşın sebebi doğal kaynaklar üzerine çıkan bir anlaşmazlık olabilirken, hiç kimsenin kendini güvenli hissetmediği bir dünyada doğal olarak ortaya çıkan güvenlik ikilemi de olabilir. Öte yandan güç dağılımı gibi bazı yapısal faktörler (silahlanma yarışından kaynaklanan askeri dengesizlikler) savaşın tırmanmasına neden olur.

Son olarak önleyici savaşa yol açan tehdit algısı önemli bir tırmanış sebebidir. Bir tarafın güvensizliği diğer tarafta güvensizlik yarattığı için bu karşılıklı yanlış algılama süreci savaşa yol açmaktadır. Savaştan olumlu bir beklentisi olan karar alıcı her zaman savaşı başlatan taraf olacaktır.

  1. Savaşın Sona Ermesi

Savaşa yol açan sebepler hakkında yapılan araştırmalar ile karşılaştırıldığında savaşı bitiren sebepler üzerine çok fazla araştırma yapılmamış olsa da, özellikle 1960 – 1970 yıllarında bu konuya önem verilmiştir. Bu konuyu ilk ele alan kişilerden biri olan Philipson savaşı bitiren dört model öne sürmüştür: 1) ateşkes, 2) zafer kazanma, 3) barış anlaşması, 4) tek taraflı deklarasyon. Stone ise beşinci model olarak silah bırakışmasını öngörmüştür. Holsti ise çatışma sonucunu altı ayrı kategoride açıklamıştır: 1) gönüllü geri çekilme, 2) aşırı düzeyde şiddet kullanarak fethetme, 3) karşı tarafı geri çekilmeye zorlama, 4) uzlaşmaya varma, 5) hakeme gitme, 6) pasif anlaşma yapma (resmi bir anlaşma olmadan yeni statükonun kabul edilmesi). Savaşların genel sonucu zafer veya yenilgidir. Caroll’a göre toprağın kademeli olarak fethedilmesi, taraflardan bir veya birkaçının geri çekilmesi, muharip hükümetin tasfiyesi, sözlü anlaşma, politik anlaşma ve bir tarafın kuvvetlerinin ortadan kaldırılması savaşların sonuçları arasında yer almaktadır. Buradan da anlaşıldığı gibi savaşlar resmi, gayri resmi anlaşmalarla veya bu anlaşmalar olmadan da bitebilmektedir.

Richardson savaş içerisinde olan devletin nüfusunun yarısı savaştan bıkınca savaşın sona erdiğini iddia etmektedir. Kecskemeti ise bu konuda iki rasyonel kriter öne sürmüştür: 1) geri dönülmezlik kavramı, 2) sarfedilen çaba ve elde edilecek olan faydalar arasındaki bağlantı (kar-maliyet hesabı). Rapoport ise savaşları oyuna benzeyenler ve dövüşe benzeyenler olarak ikiye ayırmıştır. Oyuna benzeyen savaş rasyonel kararlara dayanırken, dövüşe benzeyen savaş rasyonel olmayan değerlendirmelere dayanmaktadır. Öte yandan, Fox savaşın sona erme sebeplerini uluslararası sistemin barış için baskı yapması, iç politik hedeflerin daha önemli hale gelmesi ve elde edilecek olan kar ve zararın hesaplanması olarak açıklamaktadır. Herman Kahn savaş sonucunu açıklarken politik, fiziki ve sosyo-psikolojik değişkenlere vurgu yapmış, devletlerin bu kriterlerin birinde başarılı olurken diğerinde başarısız olabileceklerini söylemiştir. Başarı veya başarısız olma durumu karşı tarafa verilen zarar ve beklentiler ile gerçek arasındaki fark gibi kriterlerle ölçülmektedir.

Bütün bu tanımlamaların yanı sıra, savaşların süreleri hakkında yapılan araştırmalardan farklı sonuçlar elde edilmiştir. Wright 1450 ila 1930 yılları arasında yapılan 278 savaşın ortalama süresinin 4.4 sene olduğunu belirtmiştir. Klingberg ise savaş sırasında savaşın ne kadar süreceğinin tahmin edilemeyeceğini öne sürmüştür.

Savaşların bitiş şekline istinaden yapılan araştırmalarda ise Wright 1480 ila 1970 yılları arasında vuku bulan 311 savaşın 137’sinin resmi bir barış anlaşması ile sona erdiğini belirtmiştir. Yüzyıllara göre ayıracak olursak 16. ve 17. yüzyıllardaki savaşların üçte biri, 18. yüzyıldaki savaşların yarısı, 19. yüzyıldaki savaşların üçte ikisi, 20. yüzyılın ilk yirmi yılındaki savaşların yedide altısı barış anlaşması ile sona ermiştir. Bu oran iki savaş arası dönemde yüzde elliye düşmüştür.

  1. ULUSLARARASI KRİZ DEĞİŞKENLERİ VE ŞİDDET

Devletlerarası şiddet kavramı Sun Tzu ve Machiavelli gibi önemli kişiler tarafından ele alınmıştır. Kriz ve savaş konusunu 7 ayrı temaya ayırabiliriz. 1)Kutupluluk ve Şiddet, 2)Coğrafya, Toprak ve Şiddet, 3)Uzun Süreli Çatışmalar ve Savaş, 4) Etnik Köken ve Şiddet, 5) Rejim, Demokrasi ve Savaş, 6) Tetikleyici etken-Verilen cevap arasındaki Etkileşim ve 7) Üçüncü Taraf Müdahalesi. Kutupluluk ve Coğrafya faktörleri sistemin temel özelliklerini oluşturmaktadır. Etnik köken ve Rejim tipi ise kriz dönemlerinde alınan kararları büyük oranda etkilemektedir.

Uluslararası Kriz Davranışları Projesi’nde 1918-94 yılları arasında gerçekleşen 412 uluslararası kriz ve bu krizlere dahil olan 895 kriz aktörü hakkında araştırma yapılmıştır. Kullanılan 152 değişken arasında özellikle şiddet eylemine ilişkin krizi tetikleyen unsurlar, kriz yönetim teknikleri, şiddetin düzeyi ve zamanlaması gibi önemli değişkenler ele alınmıştır.

Şiddet eylemini açıklamanın en iyi yolu, krizlerde uygulanan şiddettin sıklığına ve çeşidine bakılmasıdır. Uluslararası krizlerin dörtte birinde hiçbir şiddet eylemine rastlanmaz iken, bunların %22’si tam kapsamlı savaş olarak gerçekleşmiştir. Genel olarak bakıldığında hiçbir şiddet eyleminin kullanılmadığı veya çok az şiddet uygulanan krizlerle, ciddi şiddet eyleminin gerçekleştiği krizler eşit seviyelerdedir.

Kriz aktörleri ele alındığında ise, aktörlerin %34’ünün hiçbir şiddet eylemine dahil olmadığı, %24’ünün ise tam kapsamlı savaşlarda yer aldığı görülmektedir.

 

  • Kutupluluk ve Şiddet

Uluslararası politikada süregelen puzzle, sistemik yapıyla uluslararası çatışmayı birbirine bağlamaktadır. Küba füze krizinin ardından ortaya atılan ilk önergelerde bir taraf iki kutupluluğun istikrarlı bir sistem olduğunu öne sürerken, diğerleri çok kutupluluğu daha başarılı buluyorlardı. Ancak Rosecrance hepsinden farklı olarak 1966 yılında iki-çok kutupluluk (bi-multipolarity) adı altında bir orta yol bulmuştur.

Uluslararası Kriz Davranışları Projesi’ne göre 20. yüzyıl uluslararası sistemi üçe ayrılmaktadır: (1) Askeri güç dengesinin ve politik karar alma mekanizmalarının göreceli olarak benzer güçlere sahip birimler arasında paylaşıldığı çok kutupluluk dönemi (1918-39); (2) Askeri güç dengesinin ve politik karar alma mekanizmalarının göreceli olarak benzer iki güç arasında paylaşıldığı iki kutupluluk dönemi (1945-62); (3) Askeri gücün iki merkezde toplandığı, politik kararların ise ikiden fazla merkezde verildiği çok merkezlilik dönemi (1963-89).

Brecher iki kutupluluk sisteminin en istikrarlı sistem olduğunu ileri sürer. Çok kutupluluk sisteminin ise nispeten daha az istikrarlı olup, istikrarın en az olduğu sistemin çok merkezli sistem olduğunu iddia etmektedir. Bu bağlamda Brecher ve Wilkenfeld’in önergeleri Waltz’unki ile benzerdir. Bu sıralamanın mantığı maliyet hesabına dayanmaktadır. Her bir uluslararası yapının güvenlik masrafları (karar alma ve uygulama masrafları) farklıdır. Karar alma masrafları anlaşmaya varmak için yapılan müzakerelerde harcanan zamana tekabül eder. Karar mekanizmalarının çok merkezli olması tabiki de bu maliyeti arttıracaktır. Uygulama masraflarında ise sistemde iki ana gücün var olması sistem yönetimini daha az masraflı kılmaktadır. Çünkü sistemde çok fazla gücün bir arada var olması ve bu güçlerin eşit seviyelerde olmamaları sistem yönetimini daha zor bir hale getirmektedir.

Çok merkezlilik dönemindeki krizlerin şiddet eylemi ile tetiklenme olasılıkları yüksektir (%53). Çok kutupluluk (%33) ve iki kutupluluk (%24) ise nispeten daha az etkilenirler. Çok merkezli krizlerde yer alan aktörlerin de çatışma yönetiminde şiddet eylemine yönelmesi iki kutuplu ve çok kutuplu krizlere nazaran daha olasıdır. Özellikle bu oran ciddi çatışmalarda çok merkezli sistem için %30, iki kutuplu sistem için % 22, çok kutuplu sistem için %17’dir.

  • Coğrafya ve Şiddet

Correlates of War Projesi’nde yer alan birçok devletlerarası savaş komşu devletler arasında gerçekleşmiş veya bu savaşlardaki taraflardan biri sömürgeci bir devlet olmuştur. Uluslararası silahlı çatışmaların üçte ikisinden devletlerin komşuları sorumludur ve bu oran tehdidin yoğunlaşması ile artış göstermektedir. Coğrafi yakınlıkla krizlerde şiddete başvurma kavramları birbiri ile yakından alakalıdır. Çatışan tarafların birbirlerine komşu olması tarafların ortak sınıra asker ve ekipman yığarak askeri harekata geçebilmelerini kolaylaştırmaktadır. Böylece şiddete daha kolay başvurulmaktadır. Ancak birbirinden uzak iki tarafın çatışma haline girmesinde, tarafların askeri harekata başlaması daha ciddi ve maliyetli bir eylem olacağı için caydırıcı bir nitelik taşımaktadır.

Kriz yönetimindeki şiddet eylemleri bölgeden bölgeye, bölge içerisinde ve sisteme göre değişiklik göstermektedir. Avrupa’da I. Dünya Savaşı’ndan sonraki uluslararası krizlerin %39’unda hiçbir şiddet eylemine rastlanılmamış, ancak çok kutupluluğun ve II. Dünya Savaşı’nın getirdiği uluslararası konjonktür nedeniyle bu krizlerin %22’si savaşla sonuçlanmıştır. II. Dünya Savaşı sonrası dönemde ise Asya ve Ortadoğu bölgelerindeki krizler genellikle savaşla son bulmuştur.

Sonuç olarak çatışan tarafların komşu olmaları şiddet eyleminin tetikleyici bir unsur olmasına neden olmaktadır. Ancak büyük güçler arasındaki krizlerde bu güçler birbirlerine coğrafi olarak çok uzak olsalar da şiddet eylemlerine çok sık rastlanır; çünkü bu büyük güçlerin uluslararası sistemdeki müttefikleri birbirlerine yakın coğrafyalarda yer almaktadırlar. Aynı şekilde krizin aktöre olan yakınlığı, yani krizin aktörün anavatanında ya da yaşadığı bölgede meydana gelmesi aktörün şiddet eylemine geçmesini tetiklemektedir.

  • Uzun Süreli Çatışmalar ve Şiddet

Uluslararası Kriz Davranışları Projesi I. Dünya Savaşı’nın sonundan 1994 yılına kadar 31 uzun süreli çatışma hali belirlemiştir. Bunlardan bazıları, örneğin Arap-İsrail, Hindistan-Pakistan, Yunanistan-Türkiye çok uzun yıllar devam etmiş olan çatışmalardır. Taraflar arasındaki uzun süreli düşmanlık karşılıklı güvensizlik yaratmakta ve şiddeti tetiklemektedir. Devam eden çatışma içerisindeki birçok sorun, geçmişte çatışmaya başvurulmuş olma durumu ve çatışma halini yaratan önemli değerler bu süre gelen düşmanlığı arttırmaktadır. Uzun süreli çatışma halindeki aktörlerin kriz yönetiminde şiddete başvurmaları diğerlerine göre daha muhtemeldir.

  • Etnik Köken ve Şiddet

Etnik köken ancak soğuk savaş sonrasında önemli bir kavram haline gelmiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılması ile ve Sovyetlerin 1989-1991 senelerinde Doğu Avrupa’dan çekilmeleri ile ortaya çıkan yeni kuvvetler devletlerarası politikalarda etnik köken sorununu doğurmuştur. Sistemin istikrarlılığı açısından en tehlikeli etnik çatışmalar uluslararası sistemde kriz yaratan ve uluslararası aktörler arasında rekabet doğuranlardır. I. Dünya Savaşı’ndan 1994 senesine kadar yaşanan bütün uluslararası krizlerin %35’inin nedenleri arasında etnik boyut bulunmaktadır. Etnik krizler diğerlerine nazaran daha fazla karşılıklı güvensizliğin yaratıldığı ve diğer etnik grubun şiddet eyleminde bulunacağı beklentisi taşıyan krizlere sebep olur. Etnik köken ve uzun süreli çatışmalar özellikle Afrika bölgesinde (%82) şiddet eylemine başvurulmasına neden olurlar. Ayrıca etnik köken ve uzun süreli çatışmalar çok merkezli konjonktürde krizlerin şiddet içermesine (%64) sebep olmaktadırlar. Bu oran iki kutuplulukta %21, çok kutuplulukta ise %23’tür.

Sonuç olarak uzun süreli çatışmalarda yer alan aktörler arasındaki mevcut düşmanlık seviyesinin şiddeti arttırıcı etkisi bulunmaktadır.

  • Rejim-Demokrasi Tipi

Devletlerin çıkarları için şiddet kullanmaları konusunda demokratik rejimler demokratik olmayanlar kadar suçludur. Ancak demokrasiler diğer demokrasiler ile aralarındaki çatışmalar için savaş dışı çözümler ararlar. Demokratik rejimler genellikle müzakere ve uzlaşı yoluyla politik anlaşmazlıklara barışçıl çözümler getirmeyi hedeflerler. Bu demokratik normlar şiddetin daha fazla telafuz edildiği demokratik olmayan normlardan ayrılır. Uluslararası bir kriz içindeki devletlerin demokratik rejime sahip olup olmamaları bu krizin savaşa dönüşüp dönüşmemesini belirleyecektir.

Sonuç olarak uluslararası krizlerde rol alan aktörlerin demokratik rejimlere sahip olmaları şiddete başvuruyu düşürmektedir.

 

  • Tetikleyici Etken – Verilen Cevap Arasındaki Etkileşim

Tetikleyici etken-Verilen cevap arasındaki etkileşim uluslararası ilişkilerde eşleştirme davranışı olarak adlandırılır. Bu davranış biçimi girdi (kriz tetikleyicisi) ve çıktı (verilen cevap) arasındaki karşılıklı ilişkiyi tanımlar. Uluslararası krizler söz konusu girdi ve çıktının yıkıcı etkisine odaklanır ve bunu üç farklı analiz düzeyinde açıklar: (1) karar alıcının stresi, (2) sosyo-politik koşullar ve (3) devletlerarası güç ilişkileri. Bir diğer ifadeyle karar alıcı stresinin düşük düzeyde olması, kötüleşen sosyo-politik koşullar ve taraflar arasındaki güç eşitliği tetikleyici/cevap dinamiğinde yıkıcı etki yaratır. Bu da devletlerin tahmin edilenden daha yüksek düzeyde şiddete başvurmalarına neden olur.

Sonuç olarak karar alıcı stresinin düşük düzeyde olması, kriz zamanında sosyopolitik koşulların ciddi biçimde kötüleşmesi, kriz aktörlerinin benzeşen güç dengeleri tetikleyici/cevap mekanizmasında sapmalara yol açar.

  • Üçüncü Taraf Müdahalesi

Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler gibi küresel organizasyonlar 1918-1994 seneleri arasında yaşanan 375 uluslararası krizin neredeyse yarısına müdahale ettiler (Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler’in herhangi bir fonksiyonu olmadığı için, II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan 34 kriz durumu dahil edilmemiştir). Küresel örgütler şiddet eyleminin dahil olduğu krizlere genellikle müdahale etme taraftarıdırlar. İki kutupluluk (1945-1962) ve çok merkezlilik (1963-1989) dönemleri bu önergeye güzel bir örnektir.

Sonuç olarak iki kutuplu ve çok merkezli dönemde krizin şiddeti arttıkça Birleşmiş Milletler’in krize dahil olma olasılığı da artmaktadır. Çok kutuplu sistemlerde ise büyük güçlerin üçüncü taraf olarak uluslararası krizlere dahil olma durumu, iki kutuplu ve çok merkezli dönemlerde süper güçlerin aynı şekilde davranmaları ile kıyaslandığında daha olasıdır. Örneğin II. Dünya Savaşı sonrası yaşanan uluslararası krizlere büyük güçler %86 oranında dahil olurken Amerika Birleşik Devletleri %67, Sovyetler Birliği %52 oranında dahil olmuştur.

  1. SONUÇ

Bu makalede uluslararası sistemin yedi farklı değişkeni dikkate alınarak uluslararası krizler ve şiddet eylemi analiz edilmiştir. Bu yedi değişken arasından kutupluluk, coğrafya ve uzun süreli çatışmalar sistemin temel yapısal özellikleri; etnik köken ve rejim tipi kriz döneminde karar almayı kısıtlayan ve etki eden özellikler; tetikleyici/cevap etkileşimi bir krizin muhtemel zararının değerlendirilmesi için kullanılan değer ve üçüncü taraf müdahalesi uluslararası sistemdeki büyük güçlerin krizlere dahil olduğu durumlardır.

Uluslararası krizlerde şiddet eyleminin oynadığı rol kapsamında; çok merkezliliğin şiddet eylemine daha hassas bir yapı olduğu, bölgelerin şiddet eyleminin ciddiyeti açısından farklılık yarattığı, komşu olma durumunun krizlerdeki şiddeti arttırdığı, uzun süreli çatışmalardaki krizlerin daha çok şiddet eylemi içerdiği, krize dahil olan tarafların demokratik rejime sahip olması ise krizin yoğunluğunu azaltırken, etnik kökenin bu yoğunluğu arttırdığı gözlemlenmiştir. Karar alıcı stresi, sosyo-politik sorunlar ve güç dengesizliği taraflar arasında yaşanan krizlerdeki şiddet eylemini arttırmaktadır. Küresel örgütler ise şiddet eylemi içeren krizlere müdahil olma yaklaşımı benimsemelerine rağmen, bu örgütler çok fazla etkili olamamaktadırlar.

Sonuç olarak askeri güvenlik krizlerinin 21. yüzyılda devam edeceği 1990-1991 senelerinde yaşanan Körfez Krizi gibi savaşların yeniden yaşanacağı; uluslararası krizlerin büyük çoğunluğunun toprak, doğal kaynak veya statü üzerine yapılan iki taraflı çatışmalar şeklinde olacağı ve krizlerin eskiden olduğu gibi şiddet eylemi ile daha da yoğunluklarının artacağı söylenebilir.

KÖRFEZ KRİZİ 1990-91

Körfez Krizi 20. yüzyıldaki en dramatik askeri güvenlik krizlerinden biridir. Bu krizin ortaya çıkmasındaki sebepler 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü, 1920’de Irak’ın kuruluşu, İngiltere’nin uzun bir süredir Kuveyt garantörlüğü yapması ve 1961’de Kuveyt’in bağımsızlık kazanarak al-Sabah Emirliği’nin yönetime geçmesidir. Ancak asıl sebep, Saddam Hüseyin’in ekonomik olarak oldukça zengin ama askeri açıdan zayıf bir komşu olan Kuveyt’i 1990 yılında ele geçirilme isteğidir. Bu durum Kuveyt için önce bir tehdit krizi, sonra iki taraflı uluslararası bir kriz, en sonunda da küresel bir krize sebep olmuştur.

Devletlerarası krizler birinci aktörün belli bir tehdit algılamasıyla başlar. Bu tehdit algısı daha sonra savaş olasılığının yükselmesi ve tehdide verilecek olan cevap için kısıtlı bir süre olması sonucu tam kapsamlı bir krize dönüşür. Körfez Krizi’ndeki birinci aktör Kuveyt’tir, Kuveyt’in 17 Temmuz 1990’da normalin üzerinde bir tehdit algısı oluşmuştur. Bu tarihte Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin Kuveyt’in OPEC kurallarına karşı geldiğini, petrol fiyatlarını düşürerek Irak’ın gelirinin düşmesine sebep olduğunu açıklamıştır. Daha da önemlisi eğer bu durumun önüne geçilmez ise güç kullanacağını belirtmiştir. Bu dönem Körfez Krizi’nin kriz öncesi dönemini ve bununla beraber krizin başlangıç aşamasını oluşturmaktadır.

  1. BAŞLANGIÇ AŞAMASI

1980-1988 yılları arasında İran ve Irak arasında gerçekleşen uzun soluklu savaş sona ermiş, Irak körfez bölgesinde hegemonya kuramasa da güçlü askeri kapasitesi ile bölgenin en önemli iki gücünden biri olduğunu ispatlamıştı. Irak’ın askeri kapasitesi içerisinde 1 milyon askerden oluşan bir ordu, gelişmiş Sovyet tank ve uçakları, birçok kimyasal ve biyolojik silah bulunmaktaydı. Ancak Irak, savaşı finanse edebilmek için körfez ülkelerinden büyük miktarlarda borç almıştı. Irak’ın borç aldığı ülkeler arasında, 1961 senesinde bağımsızlığını kazanan ve çok değerli topraklara sahip olan Kuveyt bulunmaktaydı. Borç sorununun yanısıra, Kuveyt ve Irak’ın uzun zamandır devam eden sınır sorunları da bulunmaktaydı.

Bu iki devlet arasında kriz patlak vermeden 5 ay önce, 24 Şubat 1990’da gerçekleşen Arap İşbirliği Konseyi’nde Irak Devlet Başkanı ABD’nin Ortadoğu’daki hegemonya hedeflerine yönelik Arap ülkelerinin dikkatli olmaları gerektiğini açıkladı ve Körfez Bölgesi’nde petrol üreten devletlerin mevcut davranışlarına karşı tepki gösterdi. Saddam Hüseyin, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni OPEC kurallarını ihlal etmekle suçlayınca, Kuveyt için kriz öncesi dönem de başlamış oldu.

Irak’ın 17 Temmuz 1990 tarihinde Kuveyt sınırına 35 bin asker yerleştirmesi, aslında Kuveyt için normalin üzerinde bir tehdit algısıydı. Ancak Kuveyt son ana kadar savaş olasılığını hiç dikkate almadı. Hatta 27 Temmuz’a kadar sınıra hiçbir birlik dahi göndermedi. Kuveyt Emiri Saddam’ın para ile susturulabileceğine inanıyordu. Suudi Arabistan bile Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesini büyük bir şaşkınlık ile karşılamıştı. Saldırıdan birkaç saat öncesine kadar ABD yönetimi savaş olasılığını düşük düzeyde görmekteydi.

Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesindeki bahane, 1875 senesinden Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışına kadarki dönemde Kuveyt’in Irak’ın Basra Eyaleti içerisinde yer almasıydı. Irak 1920’de bağımsızlığını kazandığı zaman Kuveyt de Irak sınırları içerisine dahil edilmişti. Ancak Kuveyt’in 1961’de bağımsızlığını kazanmasıyla anakara ve adalar konusunda sınır sorunları patlak verdi. 1973 ve 1976 senelerinde bu konu sebebiyle bazı çatışmalar meydana geldi. 1977 senesinde ise iki devlet arasında ateşkes ilan edilmesinin ardından, 1984’de kapsamlı bir sınır anlaşması yapıldı. 1980’lerde Irak söz konusu adalarda üs kurmak için bazı girişimlerde bulundu ve İran-Irak savaşından sadece birkaç hafta sonra Irak-Kuveyt sınır sorunu yeniden gündeme geldi. Ancak Irak’ın bu bölgeleri işgal etmesi yönünde herhangi bir tehdit algısı bulunmamaktaydı.

İran-Irak savaşında Kuveyt, Irak’a 10-15 milyar dolar faizsiz kredi yardımında bulunmuş ve Irak’ın körfez limanlarına limitsiz erişimini sağlamıştır. Al-Sabah Emirliği Kuveyt’in Irak’a yaptığı yardımlar karşılığında Irak’ın Kuveyt’i işgal edeceğini tahmin etmemiştir.

Körfez Krizi’nin başlangıç aşaması 17 Temmuz – 1 Ağustos 1990 tarihlerinde gerçekleşmiş ve 16 gün sürmüştür. Bu dönem zarfında Irak Devlet Başkanı’nın sözlü eylemleri Kuveyt için normalin üzerinde bir tehdit algısı oluşturarak kriz öncesi dönemi başlatmıştır.

Kuveyt başlangıç aşamasındaki tek kriz aktörüdür. Irak bu aşamada sadece tetikleyici devlet olarak görev almıştır. Mısır ve Suudi Arabistan ise taraflar arasında barışçıl bir çatışma çözümü sağlamak için üçüncü taraf müdahalesinde bulunmuş, ancak başarısız olmuşlardır. Bu dönemde herhangi bir şiddet söz konusu olmamıştır. Temmuz ayının son iki haftasında savaş olasılığı artmış olsada Kuveyt’in karar alıcıları herhangi bir savaş öngörmemişlerdir. Ancak Irak’ın Kuveyt’i 2 Ağustos’ta işgal etmesi sonucu ortaya çıkan tırmanma süreci ile başlangıç dönemi sona ermiştir.

  1. KRİZİN TIRMANIŞ SÜRECİ

Kriz aktörlerinden birinde daha yüksek tehdit algısı oluşması, savaş olasılığının giderek artması ve zaman kısıtlaması, krizi başlangıç evresinden tırmanışa geçirmiştir. Körfez Krizi’nde bu süreç değişikliğini ilk hisseden ülke Kuveyt’tir. Irak’ın 2 Ağustos’da Kuveyt’i işgal etmesi kriz sürecinin tetikleyici unsurunu oluşturur. Bu eylem Kuveyt’in tehdit algısında sert bir yükselişe sebep olmuştur. Çünkü devletin varlığı tehdit altına girmiş, savaş olasılığı gün yüzüne çıkmış ve kısıtlı zaman baskısı gözlemlenmiştir. İşgal aynı zamanda Kuveyt’in dış politika krizini iki taraflı uluslararası krize çevirmiştir. Öte yandan Suudi Arabistan ve ABD, Kuveyt’in ve böylece büyük petrol kaynaklarının işgal edilmesini esas bir tehdit olarak görmüşlerdir. ABD bu işgale cevaben Amerika’daki Irak ve Kuveyt aktiflerini dondurmuş ve böylece iki taraflı Irak-Kuveyt krizi Körfez Krizi olarak adlandırdığımız uluslararası bir krize dönüşmüştür. Bu duruma Kuveyt’in büyük güçler ve BM’den talep ettiği acil yardımın da etkisi bulunmaktadır.

Körfez Krizi’nin birçok aktörü vardır. ABD koalisyonunun içinde bulunan 28 devlet körfez bölgesine yapılan askeri müdahaleye katkıda bulunup, Kuveyt’in Irak’ın kontrolünden çıkarılması için verilen BM kararlarını destekleseler de, bu 28 devletin sadece 6 tanesi Körfez Savaşı’na aktif bir şekilde dahil olmuşlardır: ABD, Suudi Arabistan, İngiltere, Fransa, Mısır, Suriye. Öte yandan Ürdün, Yemen ve Filistin Kurtuluş Örgütü Irak’ı diplomatik, politik ve ekonomik olarak destekleseler de, kriz savaşa dönüştüğü zaman Irak’ı yalnız bırakmışlardır. Bu yüzden Körfez Krizi aslında ABD ve Irak arasında gerçekleşen ikili bir oyundur. Irak 2 Ağustos’da Kuveyt’i işgal edince ABD ve BM işgali kınamış ve iki kriz aktörü için de kriz öncesi dönem başlamıştır. Kriz aktörlerinin tırmanış süreçleri ise farklı zamanlara denk gelmektedir.

ABD için Kuveyt’in işgali bir tehdit unsuru olmuştur. Çünkü ABD’nin körfez bölgesindeki etkisi bölgedeki bir devletin işgali ile tehlikeye düşmüş ve böylece Suudi Arabistan da risk altına girmiştir. Öte yandan, bölgedeki petrolün ABD ve müttefiklerine güvenli bir şekilde ulaşması için Ortadoğu’nun istikrarlı bir yapıya sahip olması şarttır. Ancak Kuveyt’in işgali ile bu istikrar bozulmuştur. Son olarak Ortadoğu’daki petrolün maliyeti ABD ve dünya ekonomisi için çok önemlidir ve Kuveyt’in işgali Soğuk Savaş sonrası dönemde kurulan yeni dünya düzeninin ekonomik bütünlüğünü tehdit etmektedir.

Irak için ise ABD’nin tepkisi birçok önemli değerin tehdit altına girmesi demektir: Kuveyt’in dünya çapındaki aktifleri ve değerli petrol kaynakları, 8 yıl süren İran-Irak Savaşı’nın ekonomik zorluklarının üstesinden gelmek; Kuveyt’in 310 mil uzunluğundaki kıyı şeridi sayesinde Körfez’e erişim sağlanması; Irak’ın Körfez Bölgesi’nde hegemon güç olma arzusu ve Arap Dünyası’na önderlik edebilmesi büyük önem taşımaktadır. Herşeyden önemlisi ABD’nin Kuveyt işgalini kınaması Saddam Hüseyin için büyük bir sürpriz olmuştur.

Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal etmekteki amaçları: ekonomik kazanç, toprak genişlemesi, coğrafi-politik avantaj sağlanması ve iç baskıların üstesinden gelmek için bir fırsat yaratılması olarak sıralanabilir. Bunların yanısıra Kuveyt işgalinde Saddam Hüseyin’in kişisel hedefleri de bulunmaktaydı: Körfez Bölgesi’nde dominant güç olma ve Arap Dünyası’na liderlik etme arzusu.

Tırmanış sürecindeki 3 ay içerisinde savaş olasılığı hızlı bir artış göstermiştir. 1990 senesinin Ağustos ayının başlarından itibaren ABD ve Irak askeri hazırlıklarını arttırmışlardır. Bu bağlamda ABD’nin iki temel stratejisi bulunmaktaydı: 1) Irak’ın Suudi Arabistan’a herhangi bir askeri saldırıda bulunmasını engellemek için ABD güçlerinin bölgeye gönderilmesi, 2) Irak’ın Kuveyt’ten çekilmesi için BM’nin ekonomik yaptırımlarda bulunması.

8 Kasım 1990 tarihinde Bush yönetimi bölgeye 150 binden fazla askerin gönderileceğini açıklamıştır. Bu açıklama savaş olasılığına ilişkin ABD için tırmanış sürecine geçilmesine neden olmuştur. 1 ay sonra başka bir tırmanış yaşanmış ve 678 sayılı Güvenlik Konseyi kararı çıkartılmıştır. Bu kararda “bütün gerekli araçların kullanılması” deyimi yer almaktadır. ABD için tehdit algısı ve savaş olasılık ihtimali yükselse de zaman kısıtlaması ilk üç ay için mevcut değildir. Daha sonra 29 Kasım 1990 tarihli Güvenlik Konseyi kararı ise zaman kısıtlaması açısından önemli bir tırmanış noktasıdır. Çünkü bu kararda Irak’ın en geç 15 Ocak 1991 tarihinde Kuveyt’ten çekilmesi gerektiği öngörülmüştür.

ABD gibi Irak da 1990 yılının yaz ve sonbahar dönemlerinde yerleştirdiği askeri birlikler ile savaştan kaçınmayı amaçlamaktaydı. Bir diğer ifade ile asıl amaç caydırıcılık sağlamaktı. Böylece bu savaşın maliyetinin elde edilecek yararları aşacağını Washington’a göstermek hedefleniyordu. Bu yüzden Irak mümkün olduğunca fazla birliğini Kuveyt’e göndermiştir.

15 Ağustos 1990 tarihinde Irak Devlet Başkanı İran-Irak Savaşı’nı resmi bir şekilde sona erdirebilmek için İran’ın bütün koşullarını kabul etmiştir. Bu koşullar; savaş tutuklularının karşılıklı iadesi, işgal edilen İran toprağından geri çekilme, Şatt-ül Arab’a ilişkin yapılan 1975 tarihli anlaşmanın yeniden yürürlüğe girmesidir.

Irak için zaman kavramı önemli olmamış, savaş beklentisi oldukça düşük düzeyde seyretmiştir. Ancak BM, ABD ve müttefiklerini güç kullanmak ile yetkili kıldığı anda savaş olasılığı bir anda yükselmiştir. Körfez Krizi süresince Saddam Hüseyin Bush’un şiddet kullanacağını düşünmemiş; ancak 17 Ocak 1991 tarihinde savaş patlak verince bu öngörüsünün yanlış olduğunu anlamıştır. Saddam Hüseyin Bush’un uyarılarını gözardı etmiş ve arabuluculuk önerilerini reddetmiştir. Ancak BM kararıyla savaş olasılığındaki artış Irak’ın 2 Ağustos-28 Kasım 1990 tarihleri arasındaki kriz öncesi döneminin sona erdiğini göstermektedir.

ABD:  Kriz öncesi dönem à 2 Ağustos – 29 Ekim 1990

                        Kriz dönemi à 30 Ekim 1990 – 28 Şubat 1991

Irak:    Kriz öncesi dönem à 2 Ağustos – 28 Kasım 1990

                        Kriz dönemi à 29 Kasım 1990 – 28 Şubat 1991

Irak-ABD, Irak-Kuveyt ve Irak-Suudi Arabistan gibi dyadlar arasındaki olumsuz etkileşim süreci Kuveyt’in işgali ile başlamış olup, Körfez Krizi’nin sonuna kadar devam etmiştir. Ayrıca bu işgal Körfez’in bölgesel dengeleri, Arap devletleri arasındaki denge, Arap-İsrail dengesi, diğer bir ifadeyle Ortadoğu’nun bütün alt sistemleri için ciddi bir tehdit oluşturmuştur. Söz konusu bu işgalle birlikte ABD’nin Ortadoğu’daki etkisi, özellikle petrol fiyatları açısından dünya ekonomisinin yapısı, Soğuk Savaş sonrası dönemdeki küresel düzenin istikrarlılığı sağlamak adına kurulan ABD-SSBC işbirliği tehdit altına girmiştir. Görüldüğü üzere tam kapsamlı uluslararası bir krizin oluşması için gerekli olan bütün koşullar 2 Ağustos 1990 tarihinden itibaren mevcuttur. Bu yüzden Irak’ın bu tarihte Kuveyt’i işgal etmesi tırmanış sürecinin başlangıcı olarak kabul edilebilir.

  1. BİRİNCİ SAVAŞ ÖNCESİ DÖNEM (2 Ağustos – 28 Kasım 1990)

 

Kriz Yönetimi

Birinci savaş öncesi dönem Körfez Krizi aktörleri olan Irak ve ABD’nin doğrudan düşmancıl etkileşime geçtikleri dönemdir. Bu dönemde özellikle askeri yapılanma açısından birçok tırmanış noktası bulunmaktadır. Aktörlerin karşılıklı etkileşimleri devam ederken Bush Saddam Hüseyin’i “Hitler’den daha fena” olarak nitelendirmiş ve Irak’ın Kuveyt işgalini Nazi Almanya’sının 1939’daki Çekoslovakya işgali ile karşılaştırmıştır.

Birinci savaş öncesi dönemde taraflar sözlü ve politik eylemler, şiddet içermeyen askeri güç gösterileri ile birbirlerini caydırmaya çalışmışlardır. Örneğin; ABD’deki bütün karar alıcılar bölgedeki Amerikan güçlerinin ve 15 Ocak tarihinin son gün olarak belirlenmesinin Saddam Hüseyin’i korkutacağını düşünmüşlerdir. Bu bağlamda ABD ve Irak için bu dönemdeki askeri yapılanma büyük öneme sahip olmuştur.

ABD karar alıcıları kriz öncesi dönemde üç farklı kriz yönetim tekniği kullanmışlardır: ekonomik yaptırımlar, diplomasi uygulamaları ve güç kullanımı. Ayrıca ABD dünya çapında bir koalisyon yaratmak amacıyla büyük oranda harcama yapmış ve BM Güvenlik konseyi kararlarıyla Irak’ın Kuveyt’ten geri çekilmesini sağlamaya çalışmıştır. BM kararlarının çıkarılmasının sebebi ABD’nin gerçekleştirdiği müdahaleyi meşrulaştırmaktır. Bu dönemdeki BM Güvenlik Konseyi kararları; Irak’ın koşulsuz şartsız Kuveyt’ten geri çekilmesi, Konsey kararları uygulanana kadar Irak’a ekonomik yaptırımda bulunulması, Irak’ın Kuveyt hükümetini ele geçirmiş olmasının geçersiz sayılması ve savaş sırasında oluşan zararların ve ekonomik kayıpların Irak tarafından tanzim edilmesi yönündedir.

Irak ise yeni elde ettiği “19. eyalet”ini korumak adına yarım milyondan fazla askerini bölgeye göndermiş, İslam Dini’nin en kutsal topraklarına yerleşen batılı güçleri bölgeden çıkarmak amacıyla diğer Arap devletlerinden, devlet dışı örgütlerden ve Arap Sokağı’ndan destek aramıştır. Öte yandan Üçüncü Dünya’dan ve daha yeni bitmiş olan savaşa rağmen İran’dan da destek beklemiştir. Saddam Hüseyin’in amacı Arap, Müslüman, fakir, beyaz olmayan ve eski kolonilerde yaşayan farklı grupları biraraya getirip batılı güçlere karşı kullanmaktır. Ayrıca Saddam Hüseyin “Vietnam Sendromu”nun ABD karar alıcılarını tekrardan düşünmeye sevkedip savaşa engel olacağına inanmıştır.

Kriz aktörlerinin karar alma mekanizmaları incelendiğinde Saddam Hüseyin önemli konularda karar alan tek yetkili mercii iken, ABD karar alma makinası büyük bir ekipten oluşmaktaydı. Bu ekibin savaşa hazırlık kararı vermesi neredeyse bir ay sürmüştür. Ancak Küba Füze Krizi’nde olduğu gibi bu krizde de resmi bir kriz yönetim birimi bulunmamaktaydı. Bunun yerine ABD Başkanı önemli kararlar alırken bir grup danışman ve ordunun önemli kişileri ile hareket etmektedir. Yani bir diğer ifade ile bu ekip Ulusal Güvenlik Konseyi nezdinde oluşturulmuş geçici bir karar alma grubudur.

Irak’ta ise kriz öncesi dönemde kararların alınış şekli kriz olmayan dönemde alınan kararlardan farklı değildir. Devlet Başkanı Saddam Hüseyin karar alma mekanizmasındaki tek yetkili merciidir. Bu uygulama bütün Körfez Krizi süresince devam etmiştir. Saddam Hüseyin 12 Ağustos 1990 tarihinden savaşın başladığı 17 Ağustos 1991 tarihine kadar oldukça tutarlı bir yaklaşıma sahip olmuştur: Büyük batılı güçler ve BM’nin Filistin probleminin çözülmesi konusunda uluslararası bir barış konferansı düzenlemeleri ve diğer Ortadoğu işgallerini sona erdirmeleri şartıyla Kuveyt ile müzakerede bulunabileceğini açıklamıştır. Saddam Hüseyin’in diğer Ortadoğu işgallerinden kastı İsrail’in Batı Şeria, Gazze, Doğu Kudüs, Golan Tepeleri ve Güney Lübnan’dan; Suriye’nin ise Lübnan’ın birçok bölgesinden çekilmesidir.

Kriz aktörlerinin koalisyon güçlerine göz atacak olursak: ABD’nin Suudi Arabistan, Kuveyt, Mısır ve Suriye gibi Arap devletlerinden oluşan koalisyonu genel olarak savaş yapma taraftarı iken sadece zamanlama olarak farklı fikirlere sahiptiler. Öte yandan Fransa, Çin, Sovyetler Birliği savaş yerine diplomasiyi tercih etmiştir. Koalisyon güçleri ekonomik yaptırımların nasıl uygulanacağı ve askeri güç kullanma konularında da farklı fikirlere sahiptiler. Örneğin ABD ve İngiltere BM Güvenlik Konseyi yetkisi olmadan meşru müdafa hakkı doğrultusunda güç kullanabileceklerini iddia ederlerken Çin, Fransa ve Sovyetler Birliği aynı görüşü paylaşmıyorlardı. Kısacası koalisyon birlikleri hedef konusunda hemfikir olsalar da strateji ve taktik konularında apayrı fikirlere sahip olmuşlardır.

  1. İKİNCİ SAVAŞ ÖNCESİ DÖNEM (29 Kasım 1990-16 Ocak 1991)

Bu döneme damgasını vuran BM’nin 678 no’lu kararı, Irak’ın 15 Ocak 1991 tarihine kadar Kuveyt’ten tamamiyle ve koşulsuz olarak çekilmemesi durumunda bölgedeki uluslararası barış ve güvenliği korumak adına, bütün üye devletleri gerekli olan araçları kullanmakla yetkilendirmiştir. 678 sayılı karar Soğuk Savaş sonrası dönemde büyük güçlerin işbirliği sonucu ortaya çıkmıştır.

İkinci savaş öncesi dönemdeki 6 hafta boyunca Saddam Hüseyin savunmacı bir davranış sergilemiştir. Öte yandan ABD müttefikleri açısından 29 Kasım tarihli Güvenlik Konseyi kararı önemli bir tırmanış noktası olup, ABD’nin kriz öncesi dönemden kriz dönemine geçişine neden olmuştur. Artık ABD için savaş olasılığı en yüksek bir seviyeye çıkmıştır. Ayrıca zaman kısıtlaması da ciddi bir hal almıştır. Bu kararla beraber Saddam’a verilen son süreye sadece 47 gün kalmıştır. ABD karar alıcıları tarafından tehdit altında görülen bütün değerlerin yanısıra artık Amerikan askeri personelinin hayatları tehlike altındadır. Kısacası temel ABD değerleri Körfez Krizi’nin tırmanışa geçmesi ile gittikçe daha çok tehdit altında kalmıştır.

 

Kriz Yönetimi

İkinci savaş öncesi dönemde kriz aktörlerinde herhangi bir değişiklik olmamıştır. Bir tarafta 28 devletten oluşan koalisyonu ile ABD, diğer tarafta ise Ürdün, Yemen, Libya, Tunus ve Cezayir gibi bazı Arap devletleri tarafından sözlü olarak desteklenen Irak bulunmaktadır. Yine de Körfez Krizi Irak ve ABD’nin yer aldığı iki aktörlü bir kriz olarak gerçekleşmiştir.

Irak’ın koalisyon kurma açısından başarısız olduğunu söyleyebiliriz. Savaş öncesi ve savaş sonrası dönemde Ürdün, Yemen, Cezayir, İran, Küba ve Bağlantısızlar tarafından teklif edilen bütün barış önerilerinde Irak’ın Kuveyt’ten çekilmesi sorunun çözüme kavuşması için önemli bir şart olarak görülmüştür. Ancak bu durum Irak tarafından kabul edilemez bir istektir. Irak’ın bu devletlerden askeri anlamda destek çağrısında bulunmasına rağmen söz konusu ülkelerin hiçbiri Körfez Krizi sırasında Irak’ın yanında yer almamışlardır. Bu devletler askeri kapasitede yardım etmedikleri gibi Saddam’a karşı dünya çapında uygulanan ambargonun etkilerini azaltmak için Irak’a herhangi bir finansal destekte de bulunmamışlardır.

Bu dönemde Irak pazarlık sürecine olumlu etki edebilmek için rehine konusunu gündeme getirmiş ve bütün rehineleri vatanlarına geri göndermiştir. Saddam’ın buradaki amacı pazarlık sürecinde karşı tarafın kullanabileceği kozları ortadan kaldırmaktır. Bu bağlamda 900 Amerikalı olmak üzere 2000 kişi serbest bırakılmıştır.

Irak ve ABD dışişleri bakanlarının 9 Ocak 1991 tarihinde Cenevre’de buluşması 2. Savaş Öncesi Dönemdeki pazarlık sürecinin doruk noktasına çıkması olarak yorumlanabilir. Bu buluşma aynı zamanda Körfez Krizi sürecince ABD ve Irak arasında gerçekleştirilen en üst düzey iletişimdi. Toplantıda iki taraf da herhangi bir fedakarlıkta bulunmamış ve sonuç tam bir çıkmaza dönüşmüştür. Aslında ABD’nin savaşın önlenmesi konusunda bazı girişimleri olsa da, Saddam Hüseyin hiçbirşey yapmamayı seçmiştir.

Körfez Krizi diğer birçok devletlerarası kriz gibi kişiselletirilmiş bir krizdir. En başından beri iki aktörlü olan bu oyun aslında iki-kişilik bir oyundur: Başrollerde Bush-Saddam Hüseyin, yedek oyuncu olarak Baker-Aziz yer almıştır. Daha önce de belirtildiği üzere, Devlet Başkanlarının karşılıklı sert tavırları krizin başlangıç ve tırmanış dönemlerine damgasını vurmuştur – Saddam Hüseyin Hitler’e, Bush ise Şeytan’a benzetilmiştir. Hüseyin’in Bush’a yönelik yaptığı kişisel saldırılar Körfez Krizi sürecince giderek artmış ve kriz çözümsüz bir hal almıştır.

Cenevre’deki çözümsüzlük hali savaştan önceki iki taraflı Irak/ABD pazarlığının sonu olmuştur. Böylece güç kullanımının gerekli olduğu artık anlaşılmış, yine de savaşın gerçekleşmemesi için son dakikaya kadar çaba sarfedilmiştir. Savaştan önceki son haftaya (9-16 Ocak 1991) Baker’ın savaş öncesi koalisyon diplomasisi ve BM, Avrupa Topluluğu, birkaç Arap Devleti, Fransa ve SSCB tarafından gerçekleştirilen arabuluculuk çabaları damgasını vurmuştur. Örneğin, BM Genel Sekreteri Perez de Cuellar 13 Ocak akşamı Irak Devlet Başkanı ile görüşmüş, ama herhangi bir sonuç alınamamıştır. Avrupa Topluluğu’nun arabuluculuk faaliyetleri ise BM’ninkiler kadar bile etkin olmamıştır. Savaştan önce son dakika yapılan arabuluculuk faaliyetlerinin en etkili olanı ise 14 Ocak akşamı Fransa’nın Güvenlik Konseyi’ne sunduğu altı maddeli barış planıdır.

Yapılan bütün arabulucuk faaliyetlerine rağmen, aylardır süren tırmanış sürecinin sonunda taraflar bir çözüme varamamış ve 17 Ocak 1991 tarihinde Körfez saatiyle 02.40’ta ABD Irak’a savaş açmıştır. Böylece Kuveyt’in işgalinden tam beş buçuk ay sonra taraflar arasındaki kriz savaşa dönüşmüştür.

Bir ay süren bombardımanın ardından 24 Şubat’ta başlayan “Çöl Fırtınası” kara harekatı sonucunda ABD koalisyon güçleri 100 saat içerisinde Irak’ı saf dışı bırakmışlardır. Böylece ABD Irak’ı kesin yenilgiye uğratarak Vietnam Sendromunu atlattığını göstermiş, Ortadoğu Bölgesi’ndeki hegemnoyasını genişletmiş ve böl-yönet politikası uyguladığı Irak’ı baskı altında tutarak uluslararası alanda petrol fiyatlarını denetleme olanağı elde etmiştir.

GİZEM ALANYALIOĞLU

Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Yüksek Lisans Öğrencisi

KAYNAKÇA

Brecher Michael, Crises in World Politics: Theory and Reality, 1. Baskı Pergamon Press, Londra, 1993

Moore Norton John, Crisis in the Gulf: Enforcing the Rule of Law, Oceana Publications, New York, 1992

Robinson P. Stuart, The Politics of International Crisis Escalation: Decision Making Under Pressure, Tauris Academic Studies, Londra, 1996

Uzgel İlhan, “Körfez Savaşı”, içinde Baskın Oran, Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, 2. Cilt, 11. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009

Wilkenfeld Jonathan – Brecher Michael, “Interstate Crises and Violence”, derl. Manus Midlarsky, Handbook of War Studies, Michigan University Press, Michigan, 2000.

Check Also

Beklenti Teorisi

Uluslararası Çatışmalarda Beklenti Teorisi Ve Libya Müdahalesi Giriş Yazar, “Handbook Of The War/Savaşın El Kitabı …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Powered by themekiller.com