Savaş ve Sanat

Savaşın Sanata yansıması 

Giriş

İnsanlık tarihi boyunca sürekli var olan savaşlar bir taraftan yaşatmış oldukları yıkıcılıkla insanlığın hafızasında yer etmiş ve hep gündemde olmuştur. Tarih boyunca savaşlar hep gündemde yer almışlar,  tarihi şekillendiren önemli olgular olarak yer etmişlerdir. Savaşların yaratmış olduğu şiddet, katliam, zaman zaman insanları coşturan görkem ve insanların sürekli gündeminde yer alması bunun bir şekilde yansıtılması ve tasvirini zorunlu hale getirmiştir. Sonraki kuşaklara aktarılması açısından mükemmel bir kaynak olarak ve tanıklık olarak Savaşın, yansıtılmasının misyonunu çeşitli dallarıyla Sanat üstlenmiştir. İlk çağlardan itibaren Güzel sanatların tüm kolları savaşı tasvir etmiş ve yansıtmıştır. Bu açıdan bakıldığında antik çağda, steller üzerinde başlayan kabartma rölyeflerin olduğu bir dönemden, halılara işlenen savaş tasvirleri, sonrasında resme, müziğe ve heykele yansıyan savaş objelerinin temsili savaşlar ve sanatlar arasında ki ilişkinin çarpıcı örneğidir. Sonraki aşamada edebiyata, müziğe ve modern sanatlara da yansıyan savaş ve sanat ilişkisi son olarak 20. Yüzyılla birlikte 7. Sanat olarak tanımlanan sinemada da büyük oranda kendine yer bulmuştur. Sinema diğer tüm sanat dallarını içinde barındırma özelliği açısından ve kitlelere ulaşma gücü açısından diğer sanatlar dışında muazzam bir yeteneği bulunmasından dolayı hem bir sanat işlevi görmüş ama aynı zamanda içeriğinde bolca propaganda barındırarak savaşı ve onun dünyasını tasvir etmiştir.

Bu çalışmanın amacı Savaş ve Sanat ilişkisini tarihsel olarak incelemek savaşın ve sanatın kapsamlı tanımlarını bulmak güzel sanatlarda savaşın yansımalarını ve özellikle Sinema alanında bir propaganda yöntemi olarak gerek Hollywood gerekse Hollywood dışı ülke sinemalarında savaşların yansıtılmasını ele almaktır. Çalışma iki bölüme ayrılmış ilk bölümde Savaş Sanat ilişkisi ele alınarak savaşı sanatı ve ikisi arasındaki ilişkiye değinilmiştir. İkinci kısımda ise Propaganda ve Sinema etkisi ele alınmış ardından ülke sinemalarına ve Hollywood sinemasında savaşa değinilmiştir.

Bölüm Savaş ve Sanat ilişkisi 

Savaş nedir?

İki ya da daha çok devletin birbirlerine iradelerini kabul ettirmek amacıyla ve devletler hukukunca düzenlenmiş kurallar uyarınca yaptıkları silahlı mücadeleye savaş denilmektedir. Savaş, silahlı kuvvetlerle yapılan bir mücadele olduğundan bir devletin diğerine karşı girişmiş olduğu  tek taraflı zorlamalar, diğer devlet tarafından aynı şekilde karşılanmadıkça savaş sayılmaz. Savaşın devletler hukuku kurallarına uygun bir şekilde gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Uluslararası ilişkilerde meydana gelen sorunların çözümünde barışçıl yöntemlerin yanında zorlama yöntemler kullanılması savaş ile mümkün olmaktadır. Savaşın tanımlamaları çok çeşitli olsa da genel anlamda aynı türler arasındaki farklı bireyler arasında gerçekleşen şiddet teması şeklinde açıklanabilmektedir. 19. Yüzyıl’da yaşamış ve bugün hala savaş hakkında en büyük eserlerden biri olan Savaş Üzerine yazarı Carl von Clausewitz’e göre ise “Savaş, sosyal ve bir faaliyet olarak siyasal birimlerin farklı hedeflere ulaşmak için birbirlerine karşı uyguladıkları düzenli şiddet olarak tanımlanmaktadır. Bunun yanında savaş politikanın başka araçlarla devamı olarak Clausewitz tarafından nitelendirilir. Bir diğer ünlü savaş stratejisti olan Sun-Tsu’ya göre ise savaş bir ölüm kalım meselsidir ve sevk ve idare edilmesi gereken bir olaylar silsilesi olarak tanımlanır.

İnsanlığı tarih boyunca derinden etkileyen bir faaliyet olan ve akıllarda genellikle kötü bir imaj yaratan savaşın, her zaman olumsuzlanmadığı, zaman zaman insanlığın, siyasal hayatın ve ya devlet olmanın doğal bir uzantısı olarak görülmüştür.

Sanat nedir?

İnsanlık boyunca savaşlar gibi bir diğer gelişen olgu sanattır. Ancak sanat için tutarlı bir tanım yapmanın zorluğu Sanatın Öyküsü isimli kitabı yazan Ernst Gombrich’in bahsetmiş olduğu aslında sanat yoktur sanatçılar vardır görüşünde kendini ifade eder. Bu manada sanatın genel geçer bir tanımı yapılamaz. Sanatın ne olduğu, neyin sanat olup neyin olmadığı Antik Çağ’dan, Platon’dan başlayarak bugüne kadar gelen bir tartışma olmuştur. Söz konusu bu tartışmada Sanat nedir gibi içinde binlerce yılın birikimini, değişimini taşıyan bir soruya bir çırpıda, kuşatıcı, eksiksiz bir yanıt verilemez. “Sanat, doğaya, eklenmiş insandır.” gibi özdeyiş benzeri tanımlar yaşanılan çağa, toplumdan topluma kültürden kültüre hatta kişiden kişiye değişir. Anca sanat tarihine bakıldığında görülen şey, bunlara rağmen sanatın özünü bulmaya ve bir şekilde tanımlamaya çalışılması olmuştur. Aslında sanat kuramları başlığında toplanan çeşitli kuramlar da sanatın özünü, bütün sanat yapıtlarında bulunan ortak özelliği, özü bulduğunu iddia eden kuramlar olarak gözükür.

  Bunlar açısında bilinen en eski kuram Yansıtma Kuramıdır. Yansıtma Kuramına göre Sanat bir yansıtma, benzetme ya da taklit olarak görme eğilimidir. Yansıtılan, benzetilen, taklit edilen şeyse doğadır, hayattır, insan olarak gerçeklik olarak tanımlanabilecek her şeydir. Bunun dışında tarihin farklı dönemlerinde geliştirilip, yorumlanarak günümüze kadar gelen farklı yansıtma kuramlarından söz edilebilir. Bunlardan ilki, sanatın fenomenler dünyasını yansıttığını ileri sürer ve sanatın gerçekliği yansıtan bir ayna olduğunu görüşünü savunan Platon tarafından vurgulanmıştır. Bunun yanında Aristoteles için sanat hayatın olduğu gibi kopya edilmesi demek değildir, olabilecek olan (daha güzel, daha erdemli, insana daha çok yakışan) bir hayatın yansıtılması olarak tanımlanır. Aristoteles de Platon gibi sanatın alanındaki güzel’in ahlakla olan bağını korumaya özen gösterir. Ancak Platon’a göre sanat insandaki olumsuz, bastırılmış duyguları açığa çıkartıp, körüklediği için zararlı olmuşken, Aristoteles bunun aksine, sanatın öncelikli işlevlerinden biri, hatta en önemlisi insan ruhunun kötü,, yıkıcı duygularından arınmasını sağlayacak kathersis etkisi sağlayacağını savunmaktadır.

  Yansıtma kuramının  19.  ve 20. Yüzyıllardaki karşılığı ise önce gerçekçilik, ardından da Marksist estetik olmuştur. 19. Yüzyılın ortalarında Romantizm akımına bir tepki olarak doğan gerçekçilikte sanatın yansıtma olduğu ilkesiyle hareket etmiştir. Gerçekçi sanatın edebiyattaki en önemli isimlerinden birisi olan Stendhal’e göre roman, yol boyunca gezdirilen bir ayna olmuştur. Sanatın yansıtma olduğunu kabul eden Marksist estetik ise iki döneme ayrılarak ele alınabilir. Ekonomik yapıyı belirleyen, üretim gücü ve bu gücü elinde tutan toplumsal sınıflar arasındaki etkileşim olarak bir toplumun ideolojisini belirleyen o toplumun ekonomik gücünü elinde tutan sınıfın görüşleri, çıkarları, istekleri olarak sanat tanımlanır. Buna göre sanat, bilinçli ya da bilinçsiz olarak toplumdaki egemen sınıfın ideolojisini yansıtan bir olgudur. Başka bir deyişle, sanat belli bir tarihsel dönemdeki toplumsal sınıfların çıkarlarını yansıtan bir ideolojidir. 1934 yılından sonra, Marksist estetiğin ikinci döneminde, Rusya’da ortaya çıkan toplumcu gerçekçilik ise sanatın ne olduğundan çok ne olması gerektiğine yanıt vermeye çalışmıştır. Toplumcu gerçekçiliğe göre de sanat bir yansıtmadır ve yansıtılan gerçekçilik, toplumun gerçekliğidir, toplumsaldır. Gerçekçilik ile toplumcu gerçekçilik arasında temel fark, toplumcu gerçekçiliğin, sanatı, tarihsel gelişim içerisinde insanın, özellikle de işçi sınıfının eğitiminde bir araç olarak görmesidir.

Sanatı yansıtma kuramının yanında anlatım olarak gören yaklaşımlarda mevcuttur. Buna göre yansıtma kuramı için önemli olan dış dünyanın, insanın ve toplumun yansıtılması iken, sanatçının iç dünyası ve duyguları önemsenmektir. 19. Yüzyıla ve bu yüzyılın güçlü akımlarından bir i olan romantizme kadar, sanatçının iç dünyası ve duyguları ile Sanat nedir? sorusu arasında bir bağlantı olabileceği düşünülemez.

Anlatım olarak sanat, ikiye ayrılmaktadır. Bunlardan ilki yaratma olarak anlatımcılık, ikincisi ise aktarım olarak anlatımcılıktır. Yaratma olarak anlatımcılık, sanatın özünü yaratıcılıkta, yaratma eyleminde bulmaktadır. Buna göre anlatım, adlandırma değildir. Aktarım olarak anlatımcılık ise sanat eserinin alılmayıcısı ile sanatçı arasında bir ilişki kurmaya çalışır çünkü sanatçının duygularını ifade etmesi sanatın ne olduğunu açıklamak için yeterli değildir.

Bir diğer tanımlama ise biçimci kuram olarak ortaya çıkar. Buna göre sanat eseri, dış dünyadan ya da sanatçıdan veyahut da sanatı algılayanlardan da bağımsız, kendi başına yeterli bir yapı, dizge ya da düzen olduğunu savunur. Söz konusu bu düzen “ organik birlik” olarak adlandırılır . Biçimci kurama göre, sanat olanı olmayandan ayıran ya da neyin sanat açısından değerli olup neyin olmadığını belirleyen temel ölçüt eserin organik bütünlük taşıyan biçimidir. Bu nedenledir ki, biçimci kuramla birlikte sanat eserinde içerik biçim sorununun tartışma konusu olması kaçınılmazdır. Ne söylendiği mi öncelikli olarak önemliği yoksa nasıl söylendiği mi? Biçimci kuramın bu soruya verdiği yanıt, “nasıl söylendiği” nin öncelikli ve önemli olduğu yönünde olmasıdır. Biçimci kuramın, sanat eserinin içeriği ile biçimi arasındaki bir sorunun çözümüne ilişkin getirdiği önerilerden birisi şöyledir: Gerçekten sanat değeri taşıyan, başyapıt niteliğinde eserler vardır, bunlar büyük sanat eserleridir. Bir de başyapıt olmasa da iyi denilebilecek sanat eserleri vardır ki bu ikisini birbirinden ayırmak gerekmektedir. Bir sanat eserindeki içeriğin felsefi derinliği, önemli hiçbir zaman sanat ölçütü olamaz.

Sanatın ne olduğunu anlamaya çalışmanın en güzel yollarından biri sanatın neden tanımlandığını öğrenmek olmuştur. Tanımlamak, bir kavramın işaret ettiği, gösterdiği şeylerin tümünde bulunan ortak özelliği bulmak, bilmek demektir. Bütün sanat kuramları, sanat eserlerinde ortak olarak var olduğunu ileri sürdüğü, kendince önemli, hatta en önemli sandığı bir özelliği geneller ve sanatın özünü belirtir. Bunların her biri özcü ya da değerlendirici tanımdır.

Bir nesneyi olguyu ya da durumu belirleyen o olgunun, nesnenin ya da durumun kısaca o şeyin gördüğü iştir, işlevi ya da iş görüsü. Nesnenin özü kullanımından doğmaktadır. Sanatın ne olduğu sorusu, özü nedir sorusuna verilecek bir yanıttır. Onun kullanımına, işlevine bakılarak verilmektedir. Sanatın tanımı, özü nedir sorusu böylece sanatın işlevi, işgörüsü nedir sorusuna dönüşmektedir. Sanatın işlevi ya da işlevleri konusunda farklı görüşler söz konusudur. Bunun yanında sanatın asıl işlevinin insana haz vermek olduğunu savunanlar olduğu gibi, bilgi vermek eğitmek, öykü anlatmak ya da insan ruhunu kötü eğilimlerden arındırmak olduğunu savunanlar vardır. Sanatın öncelikli işlevi insana haz vermek, onda mutluluk duygusu uyandırmaktır.

Sanat açısından bir diğer önemli nokta da türlerinin belirlenmesidir. Sanat dalları açısından sayılanlar, Resim, edebiyat, müzik, mimarlık, heykel, tiyatro, dans ve sinema. Sanat türleri ya da sanat dalları denilince ilk akla gelen “güzel sanatlar” dır. Güzel Sanatlar, Aydınlanma ile birlikte 18. Yüzyılda ortaya çıkmış bir kavramdır. Günümüzde sanat pratik sanatlar ile güzel sanatlar olmak üzere iki büyük sınıfa ayrılır. Güzel sanatların sınıflandırılan ölçüt genellikle hitap edilen duyu organıdır. Buna göre fonetik sanatlar müzik türleri ile edebiyata,  ritmik sanatlar ise hem görme hem de hareketle ilgili olan sinema, opera gibi sanatları kapsamaktadır. Geleneksel sınıflandırmada görsel sanatlar resim, heykel, mimari gibi göze ve görmeye dayanan tüm sanat türlerini kapsar. Sanat 19. Yüzyılda “Güzel Sanatlar kavramı altında toplanmış ve ağırlıklı olarak resim, heykel, mimariyle ilgili olarak tanımlanmıştır. Görsel sanatlar kavramı ise 19. Yüzyılın ikinci yarısından sonra yaşanan hızlı toplumsal değişimle birlikte sanatın alanına girmeye başlamıştır. Sanayi devriminin ardından yaşan teknolojik gelişimle birlikte endüstri sanatlarının ortaya çıkması, güzel sanatları yalnızca toplumun seçkin bir sınıfına yönelik olmaktan çıkarmıştır.

Sanatın Savaştan etkileşimi

 İnsanlığın ortaya çıkışı kadar eski olan ve bir o kadar da birbirinden etkilenen savaş ve sanat ağırlıklı olarak yaşanan savaş sahnelerinin tasviriyle ortaya çıkan sanatsal aktiviteler olarak görülmüştür. Ama bunun yanı sıra bir sanat dalı olan müziğin askeri bandolar olarak gelişmesi, bazı toplumlarda savaşmadan önce yapılan savaş dansları, tiyatro, opera gibi sanatlarda savaşın sürekli bahsedilen bir konu olması savaşın tüm sanat dalları tarafından ilgilenilen bir konu olduğunu göstermektedir. Antik dünyada Eski Mısır’da ve Eski Yunan’da Steller olarak tanımlanan yapıda savaş tasvirleri bir sanatsal yapıt olarak gözükmektedir. Aynı zamanda Asur savaşçılarını gösteren bir çok kabartmada buna örnek verilebilir. Benzer bir şekilde Roma İmparatorluğu ve Makedon fatih İskender’in Persler üzerine yaptığı seferlerin tasviri örneğin Büyük İskender Mozayiği, Pers Kralı III. Darius’a karşı bilinen en ünlü mozaiktir. Orta çağa gelindiğinde ise Kilisenin etkisi, sanat yapıtlarında da kendisini göstermektedir. Bu dönemde Azizler genel olarak askeri kıyafetler içerisinde şeytanla savaşanlar olarak tasvir edilmişlerdir. Orta Çağ boyunca en ünlü savaş tasvirini yapan eser ise 1066 yılında Normanların İngiltere’yi fethini anlatan Hastings savaşını tasvir eden ünlü Bayeux Halısıdır. Bu halı panoramik olarak lineer bir biçimde savaşta yaşananları anlatmıştır.

  Rönesans’ın başlamasıyla birlikte savaş resimsi önemli bir yer tutmaya başlamıştır.  Bu dönemde sayılamayacak çok eser verilmiştir. 17. Yüzyıl aynı zamanda Hollanda altın çağının dönemlerinde deniz savaşlarının aktarıldığı dönemi gösterir. 17. Yüzyılın sonundan itibaren ise savaşların genel olarak kuş gözü olarak tasvir edildiği dikkat çekmektedir. Yine bu tarihlerde resmi savaş sanatı olarak halı dokumacılığı ortaya çıkmıştır. Fransız Devrimi döneminde, Fransa’nın savaş sanatında ön plana çıktığı görülmektedir. Romantizmin  etkisiyle  bireysel askerlerin tasvir edildiği bir dönem ortaya çıkmaktadır. Bu dönemde Baron Gros, Napolyon’un bir çok saferini resmetmiştir. Yine Goya’da bu dönemde bir çok resim çizmiştir. 19. Yüzyıl boyunca Savaşların, askerlerin resim tasviri yaygınlığını sürdürmüştür. Bunlar arasında Eugene Delacroix’in Battle of Chios adlı eseri, ön plana çıkmıştır. Bu dönemde Charles Baudelaire, askeri sanatı tartışmış ve onun yeni ortaya çıkan fotoğraf sanatını etkilemesini tartışmıştır. Bu dönemde fotoğraf sanatının ortaya çıkması savaşlarında fotoğraflanmasını tarihi olarak hem anlam kazanmasına hem de değerlenmesine yol açmıştır. Amerikan İç savaşı ve Kırım Savaşı dönemlerinde fotoğrafçılar askerlerin kamplarında kalmış ve birçok tarihi anı fotoğraflamışlardır. 20. Yüzyıla gelince ise önde gelen sanat akımlarından ekspresyonizm savaşı tasvir eden birçok sanat eseri ortaya çıkarmıştır. Bu dönem iki kanlı dünya savaşının yaşandığı dönemdir. Ama bu aynı zamanda propaganda denilen bir sanatın da ortaya çıkmasına yol açmıştır. 20. Yüzyıl aynı zamanda tüm sanatları içinde barındıran yeni bir sanatın da ortaya çıktığı bir çağdır. Sinema, 20. Yüzyılın en önemli endüstriyel sanatı olarak bir yandan savaşı tasvir eden belgesellerle savaşa tanıklık ederken, öte yandan bir kurgusal üretim alanı olarak savaş üzerine olan birçok hikâyenin beyaz perdede görünmesine yol açmıştır. Aynı zamanda bir endüstriyel sanat olması kitlelere ulaşımını kolaylaştırmış, aynı zamanda bu durum kendisinin ideolojik bir propaganda aracına dönüşmesine yol açmıştır.

Sinema Sanatı ve Savaş 

Bir propaganda aracı olarak Sinema

19. yüzyıldan itibaren bazı devletler tarafından kamu hizmeti sayılan propaganda, Dini, siyasi, askeri ve kültürel hedeflere yönlendirilmiş propaganda faaliyetleri rakip veya savaşan devletlerin sivil ve asker kitlelerini etkilemeyi yönlendirmeyi esas almaktadır.

Propaganda bu dönemde yanıltma, taraftar kazanma, planlanmış istekleri kabul ettirme aracı olarak kullanılmıştır. Sonraki aşamalarda, propaganda hizmetleri, haber alma faaliyetlerinin tamamen dışında, bağımsız bir niteliğe kavuşturuldu.

 Rakiplerin güçsüz kılınması için dost, müttefik, tarafsız devletlerin kamuoylarını yönlendirme ve etkileme aracı haline getirildi. Savaşta ise, açıklanan görevleriyle birlikte muharebe alanlarının ve gerilerinin belirlenen amaçlar doğrultusunda hedef kitle sayılarak yanıltma, kışkırtma gibi görevleri üstlenen “harp propagandası” hizmetleri örgütlenmeye başlanıldı. Birinci Dünya Savaşı devam ederken “propagandayı”, “dezenformasyonu” ve “ajitasyonu”, ülke içinde ve dışında, varlığının devamı için temel şart olarak kabul eden Sovyet ihtilali ve Bolşevik rejim propaganda faaliyetlerinin kapsamını ve özelliklerini geliştirdi. Siyasi görüşlerin, düşüncelerin ve bir ideolojinin propaganda ile benimsetilip yaygınlaştırılacağı, rakip düşünce ve ideolojilerinin etkisiz kılınabileceği en geniş biçimde bu rejimle birlikte ortaya konmuştur.  Nasyonal sosyalizm ve faşizm büyük ölçüde propaganda aracının etkin ve verimli şekilde uygulanmasıyla Nazi Almanya’sını ve Faşist İtalya’yı dünya sahnesine çıkarmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nda “propaganda hizmet ve faaliyetleri” savaşan her ülke için harbin hedeflerinin ele geçirilmesinde en etkin psikolojik etkileme ve destek aracı olarak değerlendirilmiştir. Bu yaklaşımla bilim, sanat ve teknolojiyle donatılıp güçlendirilerek yeniden örgütlendirilir.

Günümüzde ise propaganda, kişilerin olduğu kadar, toplumların tutumlarını düzenlemek ve fikirlerini yaymak içinde yaygın bir bi- çimde kullanılmaktadır. Propaganda faaliyetleri başlangıcı itibariyle, siyasi  ve askeri mücadelelerin vasıtası olarak kullanılırken, günümüzde ekonomik rekabet ve halkla ilişkiler alanında da çok ön plana çıkmıştır Propaganda kavramının kazandığı yeni boyutlar ve nitelikler sonucunda yeni kavramlar olarak “Psikolojik Savunma”, “Psikolojik Savaş”, “Soğuk Savaş”, “Siyası Savaş”, “Beyaz Savaş” gibi kavramlar, devletlerarası güç ve rekabet mücadelesinde kullanılan araçlar olarak tanımlanmaya başlanmıştır.

Bu noktada sinema’da 20. Yüzyıldan itibaren bir propaganda aygıtı olarak ön saflarda yerini almıştır. Bir endüstriyel sanat olarak kitlelere ulaşabilmesinde ki gücü bunun yanı sıra kurgulama sayesinde kitleleri harekete geçirme yeteneği sinemanın bir propaganda aracı olarak sıklıkla kullanılmasına yol açmıştır. İlk olarak Sovyet Sinemasının yaratmış olduğu bu propaganda aracı (Eisenstein, Pudovkin, Dovschenko, Kuleshev) daha sonra Nazi Almanya’sı için temel araç olmuş Joseph Goebels propaganda bakanlığında Naziler ideolojilerini kitleler üzerinde yaygınlaştırmayı başarmışlardır. Güç merkezli bir sinema ve ayrıştırıcı bir propaganda sineması olarak Veit Harlan’ın “Yahudi Süss” ve Leni Riefensthal’in “İradenin Zaferi” filmleri Propaganda aracı olarak sinemanın kullanıldığının tipik örneğidir. İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında ise ABD’nin propaganda olarak sinemayı kullandığı görülmektedir. Bu açıdan bakıldığında Hollywood’un çalışmaları ayrı bir başlık altında incelenmesi gerekli örnektir.

Hollywood ve Savaş

  Özgür Dünya kavramı, dünyayı yönetme işini yalnız kendilerine has bir yetenek olarak görenler için anlam taşımasından dolayı, ABD’nin dünyanın hegemonyası olduğu bir dünyada bir jandarmalık rolü onun savaş endüstrisindeki yadsınamaz rolünü ortaya koyar.

  ABD’nin dünya liderliğine oynadığı dönemlerde Amerikan ordusunun öncüllüğü konu olarak Hollywood’da önemli bir yer tutar. Özellikle II. Dünya savaşı sonrasında Hollywood’un savaş konusunda belirgin ağırlığı olarak üretilen savaş filmlerinin yaklaşık yüzde 90’ını gerçekleştirmiştir.  Hollywood yapımı ve zorunlu olarak ordu destekli,  olduğundan dolayı savaş olgusuna sempatik yaklaşmaktadır. Özellikle 2. Dünya savaşında başlayan savaş haberciliği, daha sonra 1. Körfez savaşında canlı olarak yayınlanan Irak’ın bombalanması görüntülerinin de göstermiş olduğu birçok konu Savaşın sinema elinde bir propaganda malzemesine çevrildiğini göstermektedir.

  Savaş türü açısından, Vietnam savaşının öncelikli bir yer tuttuğu belirtilmesi gerekmektedir. Bu savaş sonucu tür gelişmiş serpilmiş belirli yapısal kodları oluşmuştur. Burada dikkat çeken olgu, Vietnam savaşı yitirilirken Hollywood’un bir propaganda olarak bu savaşın kazanıldığına yönelik bir algıyı kamuoyunda yaratmayı çalışmasıdır. Bu açıdan bakıldığında Green Barrets isimli film savaşın haklılığını vurgulayan bir çalışma olarak 1968 yılında ortaya çıkarken, Savaşın yenilgiyle sonuçlanması, bireysel dramları ön plana çıkarmıştı. Orta sınıfın savaşa yönelik isteksizliğinin ifadesi olarak “Coming Home”, “The Deer Hunter” ve “Apocalypse Now” gibi filmler Vietnam Savaşı hakkında önde gelen filmlerdir. Bunun yanında “Full Metal Jacket”, “First Blood”, “Platoon” gibi filmlerde savaşın askerler değil politikacı ve bürokratlar nedeniyle yitirildiği iddiasını taşımaktadır. Bunun yanında Savaşın bir hata olduğunu ve ABD’nin işinin olmadığı yerlerde ne aradığını sorgulayan filmlerde söz konusu olmuştur. Bu filmler arasında “Born on the Fourth of July” ve “Casualties of War” sayılabilir. Bunun dışında savaş karşıtlığını da içinde barındıran bir çok yapıtta bu dönem de savaş sinemasında yerini almıştır. “Go”, “Tell the Spartans”, “The Big Red One”, “Birdy”, “The Killing Fields”, “The Thin Red Line” gibi filmler II. Dünya Savaşı ve Vietnam Savaşı’ndan bahseden savaş karşıtı savaş filmleridir.

Ülke Sinemaları ve Savaş Filmleri

Her ne kadar Hollywood sineması savaş sinemasında ön planda olsa da sadece Hollywood sineması değil birçok başka ülke de kendine göre propaganda filmleri çevirmiş ve savaşı ve sinemayı konu almıştır. Bu noktada dikkat çeken konu,  savaşı destansı bir anlatımla sunmak bu sinemalarda da geçerlidir. Savaş karşıtı filmlerin politik çözümlere, insanlık suçlarına, barış özlemine, yitirilenlerin yarattığı boşluğun kalıcılığına, işlenen suçların çığa çıkarılmasına ve kanıtlara dayandığı göz önünde bulundurularak savaş karşıtı filmlerin yine de öteki ülke sinemalarında daha yaygın olduğunu belirtmek mümkün. Bu noktada bazı savaş filmleri savaşın kendisini değil, ardında bıraktığı boşlukları, yıkımı ya da bir başka savaşın tohumlarını nasıl attığını işlemektedir. Savaş sineması yapım masraflarının büyüklüğü  silahlara ve efektlere sınırlama getirebilmekte. Aynı nedenle, ötekilerin filmlerinin vizyona girmesini ya da ticari formatlarda çekilmesini de engellemekte. Bu durum Hollywood gibi yaygın yapım ve Pazar ağı olmayan öte ülke sinemalarını savaş sineması türünde daha farklı ve yaratıcı yöntemlere başvurmasına neden olmuştur.

Hollywood dışı ülke sinemalarından bahsedince elbette ki ilk önce aklımıza gelen Avrupa sineması olmaktadır. Avrupa sinemasında savaş önemli ve işlenen bir konudur. İkinci Dünya savaşı gibi büyük bir yıkım yaşamış olan Avrupa, yaşamış olduğu bu yıkımı bir görsel hafıza olarak hemen her ülke sineması kendi ülke sinemasında yaşatmıştır. Bu açıdan dikkati çeken en önemli yapıtlar Doğu Avrupa Sinemasından gelmiştir. Bu sinemanın en önemli özelliği, hem Nazi Almanya’sı işgaline uğramışken, bir yandan da sansürün uygulandığı Sovyet baskısı altında yaşamaları ve özgür sinema yapmanın vermiş olduğu zorluğu başka araçlarla yeni kültürel kodlarla yansımasıdır. Ama aynı zamanda başka bir taraftan bakıldığında her ülkenin kendisine has acısı söz konusudur. Örneğin İspanya’da İspanya iç savaşı, Fransa’da ve İtalya’da partizan savaşları, Yunanistan’da yaşanan iç savaş, Yugoslavya’nın partizan savaşı bunların hepsi II. Dünya savaşı eksenli ülke sinemalarında önemli yer etmiş filmlerdir. Bu açıdan savaş sinemasında öne çıkmış yönetmen isimlerine baktığımızda Andrej Wajda’nın öne çıktığını görmekteyiz. “Küller ve Elmas”, “Kanal”, Kathyn gibi filmler Wajda’nın savaş üzerine çalışmalarını göstermektedir. Bunun yanında Macar sinemacılar, Zoltan Fabri, Miklos Jansco ve Istvan Szabo’nun “Reds and Whites”, “Macarlar”, “Hanussen”, “Colonel Redl” gibi filmleri yaşanmış olan savaşların ıstıraplarına tanıklık eden filmler olarak dikkati çekmektedir. Fransız sinemasında ise savaş filmi örnekleri açısından Louis Malle’in “Lacombe Lucien”, “Au revoir les enfants” gibi filmlerinin yanında Jean Luc Godard’ın  “Les Carabiniers” göze çarpmaktadır. Aynı zamanda Jean Renoir’in “La Grande illusion” filmi en önde gelen savaş karşıtı filmlerden biri sayılmaktadır.  İtalyan sineması ise savaş sineması açısından bir çok örnek vermiştir. Mario Monicelli’nin la Grand guerra filmi, Visconti’nin” Il Gattapardo”su, Rossellini’nin “Roma Açık Şehir” ve “Almanya Sıfır Yılı” filmleri bu filmlere örnek oluşturmaktadır.

Sonuç

Bu çalışma, bir uluslar arası ilişkiler alt dalı olarak Savaş kuramlarının farklı bir boyuttan incelenmesi savaşın sanata olan etkisini aktarmaya çabalamıştır. Bu noktada Savaşın tarihsel gelişimi ve sanatla ilişkisi ele alınarak Savaş ve sinema arasındaki ilişkilere değinilmiştir. Yedinci sanat olarak sinema Savaş’ın yansıtılması açısından özellikle son yüzyılda büyük önem taşımaktadır. Gerek aktarım olarak Belgesel yöntem, gerek habercilik yöntemi savaşın bir propaganda aracı olarak kullanılması açısından sinemanın fonksiyonuna işaret etmiştir. Ama bunun yanında bir kurgusal serüven olarak sinema, var olanın yeniden üretiminde tekrar yorumlanmasında önemli bir fonksiyona sahiptir. Bu fonksiyon, konu savaş olduğunda da geçerlidir. Savaşın tanımı, savaşta yaşanılanlar, savaşın tanıklıkları , sinema eliyle yeniden üretilmekte, yansıtılmakta kitlelere aktarılmakta zaman zaman kitleler harekete geçirilmektedir. Onu bu propagandist özelliği, 20. Yy. boyunca farklı ideolojilerin, sinemayı ustalıklı bir şekilde kullandığına tanıklık edilmesini sağlamıştır. Bu açıdan değerlendirildiğinde Sinema ve Savaş ilişkisi bir taraftan savaşın bir sanat olarak yansıtılmasının dışında ulusları, devletleri ya da ideolojik grupları harekete geçirici propagandist özellikler taşımasını da yansıtmaktadır.

Yener Kutsal Yenilmez

(Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Doktora programı öğrencisi )

 

KAYNAKÇA

BAZIN, Andre, Sinema Nedir?, İstanbul : Sistem Yayınları, 1993.

BENJAMIN, Walter, Pasajlar, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1995.

BURKE, Peter, Afişten Heykele Minyatürden Fotoğrafa Tarihin Görgü Tanıkları, İstanbul: Kitap Yayınları, 2003.

CAMOUS, Thierry, Doğular, Batılar, Yirmi Beş Asırlık Savaş, İstanbul :  Bilge Kültür Sanat, 2011.

CARRIERE, C. Jean, Sinemanın Gizli Dili, İstanbul : Der Yayınları, 1995.

CHILDE, Gordon, Tarihte Neler Oldu?, İstanbul: Kırmızı Yayınları, 2009.

COŞKUN, Esin, Dünya Sinemasından Akımlar, Ankara : Phoenix Yayınları, 2009.

ERİNÇ, M.Sıtkı, Sanatın Boyutları, İstanbul: Çınar Yayınları, 1998.

FERRO, Marc, Sinema ve Tarih, İstanbul: Kesit Yayıncılık, 1995.

GOMBRICH, H. Ernest, Sanatın Öyküsü, İstanbul: Remzi Kitabevi, 2004.

HARTMANN, Anja V., HEUSER Beatrice, Tarih Boyunca Avrupa’da Savaş ve Barış , İstanbul : Etkileşim Yayınları, 2006.

HOLMES, Richard, The Oxford Companion to Military History. Oxford: Oxford University Press, 2003.

KEAGAN, John, Savaş Sanatı Tarihi, İstanbul: Yeni Yüzyıl Yayınları, 1996.

KELLNER, Douglas, RYAN, Michael, Politik Kamera, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2010.

ORR, John, Sinema ve Modernlik, Ankara: Ark Yayınları, 1997.

PARET, Peter, Imagined Battles. Reflections of War in European Art. Chapel Hill: University of North Carolina, 1997.

RAMONET, Ignacio, Propagandes Silencieuses, Paris: Gallimard, 2002.

ROSS, Alan,  Colours of War: War Art, 1939-45. London: J. Cape. OCLC, 1983.

WOLLEN, Peter, Sinemada Göstergeler ve Anlam, İstanbul: Metis Yayınları, 1989.

YALÇINKAYA, Haldun, Savaş, Uluslararası İlişkilerde Güç Kullanımı, Ankara: İmge Yayınları, 2008.

Check Also

Savaş ve Hıristiyanlık

HIRİSTİYANLIK VE HAKLI SAVAŞ “Savaşlar ve azizler insan karakterinin aynı yapısı nedeniyle mümkün olabilmişlerdir” (Reinhold …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Powered by themekiller.com