HIRİSTİYANLIK VE HAKLI SAVAŞ
“Savaşlar ve azizler insan karakterinin aynı yapısı nedeniyle mümkün olabilmişlerdir”
(Reinhold Niebuhr)
John Keegan, “Savaş Sanatı” (The Art Of War) isimli kitabinda, savaşın sınırlarının birbirine tamamen zıt iki tip insan tarafından belirlendiğini ileri sürmüş ve bu iki türü “barışseverler” ile “yasal olarak silahlandırılmışlar” şeklinde ayrıma tabi tutmuştur. Keegan ayrıca, Romalı bir askerin İsa peygamberi çarmıha gerilmesi icin götürmeden önce “ben de emir kuluyum” şeklindeki İsa peygambere oldukca şaşkınlık veren sözlerine yer vermiş ve tıpkı bir barışseverin inancı için hayatını hiçe sayması gibi, yasal olarak silahlandırılmışların da bir hiyerarşi içinde kanunları ve emirleri uygulama konusunda canlarını feda etmekten kaçınmadıklarına vurgu yapmıştır. İster bir inanç, düşünce ya da değerlerin korunması ya da yaygınlaştırılması amacıyla revizyonist hedeflerle, ister mevcut hiyerarşik ilişkiler düzeninin sürdürülmesine yönelik status quo‘cu güdülerle ortaya çıkmış olsun, savaş, doğa durumunda canlılar arası yeme zinciri mücadelesinin sosyal bir boyutu olarak insanla birlikte var olagelmiş ve paralel bir biçimde bireyler ve toplumlar, düşünsel ve politik boyutta, savaşı ve özel savaşlarını meşru göstermenin yollarını aramışlar, buna yönelik yapay kimlikler oluşturmuşlardır.
Bu yapay kimliklerden bir tanesi de, – saf inançlardan araçlarıyla ayrışan – siyasal dindir. Her ne kadar İsa peygamberin mesajlarında sevgi, hoşgörü ve iyilik öne çıksa da, Hıristiyanlığın siyasi bir dine dönüşmesiyle birlikte, hem din adamları hem de dini yönlendiren otorite sahipleri, politik ve ekonomik amaçlara erişimede dini söylemleri daha sıklıkla kullanmaya, hatta inancın içeriğini ilk ortaya çıkış idealinden farklı bir boyuta taşıyıp bununla çıkarlarını gerçekleştirmeye yönelmişlerdir. Roma İmparatorluğu’nun yıkılması gibi tarihsel dinamiklerin etkisi ve şartların da değişmesiyle İsa peygamderden yaklaşık 5 asır sonra, iyilik mesajları ile pasifizme çekilen insanlara yeniden savaşçı kimlik kazandırmak ihtiyacını gören Aziz Augustinus, “haklı savaş” (just war) kavramını geliştirmiştir. Bugünkü Cezayir’de yaşamış ve bir din adamı olan Aziz Augustinus, aynı adı taşıyan kitabında “Tanrının Şehri” (Contra Faustum) (City of God) ile dünyevi mekân arasında bir ayrım getirmiş, böylece Tanrının Şehrini temsil eden Katolik Kilisesi’nin günümüze dek kendini tüm siyasi birimlerden ve kendisi benzeri inanç sistemlerinden ayrı bir konuma yerleştiren ön kabulüne temel teşkil etmiştir. Bu özel konumun sağladığı politik güç ve hem diğer dinler hem de Hıristiyanlık içindeki farklı mezhepler üzerindeki üstünlük iddiası, kilisenin değerlerinin ve doğrularının yaygınlaştırılmasının “haklı savaş” olarak algılanmasını da beraberinde getirince Avrupa, Aydınlanma dönemine kadar süren karanlık bir din savaşları döneminin içine doğru çekilmiştir. Bir yandan İstanbul merkezli Ortodoks kilisesine, diğer taraftan yeni doğan İslam dinine karşı girişilen askeri mücadele ve 11.yüzyılda başlatılan Haçlı Seferleri, “haklı savaş” sınıflandırılmasına sokularak, Batı’nın günümüzde halen bazı boyutlarıyla devam etmekte olan “ötekileştirme”sinin aracına dönüşmüşlerdir.
“Haklı savaş” teorisinin pratiğe yansıması, toplam 9 seferden oluşan ve yaklaşık 300 yıl süren Haçlı Seferleri ile olmuştur. “Deus vult” (bunu Tanrı istiyor) sloganı etrafında toplanan ve Tanrı Şehri’nde ödüllendirilecekleri vaadiyle ikna edilen kesimler, üzerlerinde Tanrı’nın sözde Krallığı’nın sembolü haç işaretleri bulunan kıyafetlerle savaşa katılarak motive edilmişlerdir. İslam dinini seçen Selçuk Türklerinin Konstantinapolis’i ele geçirmesi endişesi içindeki Bizans İmparatoru I.Alexius’un yardım çağrısıyla toplanan 1095-99 tarihleri arasındaki I. Haçlı Seferi, Türklerin yenilgisiyle sonuçlanmış, çoğu Fransızlardan oluşan Frank Haçlıları, İznik, Trablus ve Antakya’yı, ardından da Kudüs’ü işgal ederek burada binlerce Müslümanı ve Museviyi öldürmüşlerdir. Urfa, Trablus ve Antakya’da Haçlı devletleri kurulmasının ardından bu sefer Türkler bu şehirleri geri alma planları yapmaya başlamışlar, 1144’te Urfa’nın Türklerin eline geçmesi, Papa Eugenius’un 1153 yılında II. Haçlı Seferi için çağrı yapmasını beraberinde getirmiştir. Fransız ve Almanların katıldığı ikinci sefer başarısızlıkla sonuçlanmış bunu Selahattin Eyyubi’nin 1187’de Kudüs’ü geri alması izleyince III. Haçlı Seferi ilan edilmiş, Alman, Fransız ve İngilizlerden oluşan Haçlı ordusunca Kudüs yeniden ele geçirilememiş olmasına rağmen, Yafa Türklerden, Kıbrıs ise Bizanslılardan alınmıştır. IV. Haçlı Seferi ise Mısır’daki Müslüman gücüne karşı resmi törenle başlatılmış, sefer sonunda Türklerin elindeki Mısır yerine Bizanslıların elindeki Konstantinapolis 1204 yılında işgal edilmiş, şehir yağmalanmış, birçok değerli eşya ve sanat eseri Avrupa’ya götürülmüş, burada 1261 yılna kadar ayakta kalacak bir Latin İmparatorluğu kurulmuştur. Bu arada bir diğer önemli gelişme de, Kutsal Roma İmparatorluğu tarafından 1212 yılında Çocukların Haçlı Seferleri adıyla bir seferler dizisi düzenlenmesi ve Papa III. Inocentius’un bunu, Tanrı’nın çocuklara verdiği bir görev olarak yorumlanmasıdır. Konusu kutsal olduğuna inanılan Kudüs’ün ve Doğu Akdeniz’de önemli bir kilit noktası olan Mısır’ın ele geçirilmesi olan toplam 4 seferin ardından, 1271 yılında başlatılan 9. Haçlı Seferi de aynı amaca yönelik düzenlenmiş, 1289’da Trablusgarp ve 1291’de Akka’nın düşmesiyle Orta Doğu’daki Latin mevcudiyeti son bulmuştur.
Her ne kadar meşru savaş üzerine din adamlarınca yönlendirilen tartışmalar Haçlı Seferleri öncesi ve süresince, yüzyıllar boyunca devam edegelse de, “haklı savaş” kavramının içeriğinin şekillenmesi ve kimlerin, hangi koşullar altında savaşmasının meşru kabul edilebileceği gibi çok boyutlu bir tanımlama getirilmesinde bir diğer temel taşı görevini, Saint Agustine’in teorisini temel alan St. Thomas Aquinas üstlenmiştir. Bir savaşın meşru kabul edilmesini üç koşula bağlayan Aquinas, bu koşullardan ilkini savaşın adaletin koruyucu olan prens tarafından ilan edilmesi, ikincisini saldırılan kesimin saldırılmayı hak edecek davranışlarda bulunması, üçüncüsünü de saldıranların amaçlarının doğru olması şeklinde sıralamıştır. Aquinas’ın tanımlamasının yoruma fazlasıyla açıklığı ve subjektif görüşlere göre anlam yüklenebilme kapasitesi, kavramın farklı dönemlerde farklı kişiler ve toplumlar tarafından ihtiyaca göre kurgulanmasına olanak vermiş, böylece Katolik Kilisesi, mezhepsel iç çekişmelerden Haçlı Seferleri’ne, Yeni Dünya’nın keşfi ve yerlilerin kanlı yöntemlerle Hıristiyanlaştırılması sürecinden sömürgecilik politikalarına kadar tarihin farklı dönemlerinden farklı içerikli konuları “haklı savaş” içerisinde değerlendirerek kendine ve Batı medeniyetine avantaj sağlayan bir araç olarak görev yapmıştır.
St.Thomas Aquinas’ın savaşı meşrulaştırmaya yönelik çalışmasının hem Avrupa içi hem de Avruppa dışında etkileri olmuştur. Etkinin Avrupa içi boyutu, gençliğinde Saint Agustine tarikatına bağlı bir rahip olan Martin Luther’in “Endüljansin Kuvvetine Dair Tezler” başlığıyla, Roma tarafından cennet tapusu adı altında satılan endüljansları eleştiren mektubu sonrası afaroz edilmesi ile ortaya çımış, Martin Luther’i destekleyen ve daha sonrasında protestanlık olarak anılacak dini benimseyenler ile Kutsal Roma arasında 1562-1598 yılları arasında 9 alt savaştan oluşan “Din Savaşları” yaşanmıştır. Fransa’da protestan Huguenot’lara ibadet özgürlüğü tanıyan 1562 tarihli Ocak Fermanı’na sinirlenen Katoliklerin protestan cemaati katletmesi ile başlayan ve konunun politik bir boyut da kazanmasının da etkisiyle, 1598 tarihli Versins Anlaşması ve Fransız protestanlarının siyasi olarak sınırlandırıldıkları Nantes Fermanı’na kadar aralıklarla devam eden Din Savaşları, mezhepsel ayrışmaları körükleyerek Avrupa’nın kendi içindeki “öteki” algısı sorununu derinleştirmiştir. Din Savaşları sonrası 250 bini aşkın Fransız protestanın başka ülkelere göç etmek zorunda kalmasıyla Avrupa içinde başlayan sorun, farklı dönemlerde değişen aktörlerin üzerinden pozisyon aldığı bir haklı savaşlar mücadelesi şeklinde uluslararası boyutta günümüze dek süregelmiştir.
Aziz Augustinus ve St. Thomas Aquinas’ın fikirlerinin Avrupalı karar alıcılar ve tüccarlar üzerinde bir diğer etkisi de, “haklı savaş” doktrininin, devletlerin etki alanını yayma ve tüccarların yeni hammadde sahaları ile yeni pazarlar bulma arayışlarının üstünde kurgulandığı bir yapay kutsal dayanağa dönüşmesi ile muhtemel yeni keşiflerin daha geniş kitlelerden destek bulmaya başlamasıdır. Portekiz Krallığı’nın desteğiyle Bartelemeu Dias‘ın Ümit Burnu’nu ve Vasco de Gama‘nın Hindistan’a uzanan Afrika kıyı şeridini, İspanya Kraliçesi İsabella ve İtalyan şirketlerinin desteğiyle de Kristof Kolomb‘un Amerika kıtasını bulması, “Haçlı Ruhu”nun denizaşırı topraklarda yeni bulunan kıtaları yeni hedef olarak belirlemesini beraberinde getirmiştir. Hıristiyanlığı yaymak için bölgeye gönderilen misyonerler, barbar kabul ettikleri ve insan yediğini iddia ettikleri yerlileri yeni bir “haklı savaş” iddiasıyla katletmiş, sahip oldukları altın, gümüş gibi değerli metaller Avrupa’ya götürülmüştür. Kıtaya giden misyonerlerden biri iken, yerlilere din adına yapılan zulmü deneyimleyerek bu sözde haklı savaşa karşı çıkan Bartolome de Las Casas’ın “Yerlilerin Gözyaşları” isimli kitabında ele aldığı gerçeklerin üstü dönem din adamlarınca örtülmeye çalışılırken, “haklı savaş”larının temsilcisi Cortez gibi “conquistador” olarak anılan fatihler, dine hizmetlerinden dolayı yüceltilmiştir. Aynı Haçlı ruhunun devamı ile desteklenen 18 ve 19.yüzyıllardaki sömürgecilik politikaları, “haklı savaş” kalıbına giren Avrupa modernitesinin, Afrika’dan Uzak Asya’ya kadar çok geniş bir coğrafyayı etkisi altına almasını sağlamış ve tüm bu bölgelerde yerel çatışmaları tetikleyerek, daha sonrasında Dünya Savaşları’na dönüşecek dinamikleri harekete geçirmiştir.
14.yüzyılda yaşamış Fransız tarihçi ve siyaset bilimcisi Jean Bodin’in de altını çizdiği gibi “bir devleti korumanın ve karışıklık, isyan ve iç savaşa karş güvence altına almanin en iyi yolu tebayı birbiriyle birlik içinde tutmak ve bu amaçla onları ortak bir neden etrafında toplayacak bir düşman bulmaktır. ” Haklı savaş kavramı da Hıristiyan öğretisinin, Batı toplumu içerisindeki farklı güç gruplarını ve halkları birarada tutmaya yönelik tasarladığı ve hem politik, hem ekonomik amaçlarının gerçekleştirilmesinde kullandığı bir araç vazifesi görerek Batı’nın karşısındaki düşmanın ve buradan hareketle Batı medeniyetinin tanımlanmasını mümkün kılmıştır. Napolyon savaşlarına katılmış Prusyalı bir subay olan Carl von Clausewitz’in, ünlü kitabı “Savaş Üzerine” (On War)’de “politik temasların, diğer araçların karışmasıyla oluşan devamı” şeklinde tanımladığı savaş da böylece, İsa peygamberin dünya idealinden çok farklı bir biçimde Hıristiyanlığın ve siyasallaşan dinlerin ayrılmaz bir bileşenine, siyasal tarihin akışına yön veren temel kurumların en etkinine dönüşmüştür.
Kortay HIRAOĞLU
KAYNAKÇA
BODIN, Jean , Six Bocks of the Commonwealth, Tooley, V.Kitap
ELMER, Peter , Challenges to Authority: The Renaissance in Europe: A Cultural Enquiry,. Volume 3
KEEGAN, John , Savaş Sanatı, Doruk Yayınları, Istanbul 2007
KOHN, George Childs , Savaş Sözlüğü, çev.Berna Kara, Doruk Yayınları, Ankkara 2006
LAS CASAS, Bartolome de , Yerlilerin Gözyaşları: Yerlilerin Yokedilişinin Kısa Tarihi, İmge Kitabevi, Ankara, 2011
MAALOUF, Amin , Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Telos Yayıncılık, İstanbul, 1998
MATTOX, John Mark , Saint Augustine and The Theory of Just War, New York 2006
NIEBUHR, Reinhold, Chıristianity and Power Politics, New York: Charles. Scribner’s Sons, 1940
NIEBUHR, Reinhold, Does Civilization Need Religion: A Study in the Social Resources and Limitations of Religion in Modern Life, Wipf & Stock Publishers, New York, 2010
SANDER, Oral , Siyasi Tarih: İlkçağlardan 1918’e, İmge Yayınevi, Ankara, 1989
WALTZ, Kenneth, İnsan, Devlet ve Savaş, çev. Enver Bozkurt, Asil Yayın, Istanbul 2009
WILKEN, Robert L. , The Spirit of Early Chıristian Thought. Yale University Press, New Haven, 2003